İsrail ile daha fazla işbirliğine dur diyelim! Siyonizm ve emperyalizme geçit vermeyelim!
Recep Tayyip Erdoğan 17 Ocak Pazartesi günü Arnavutluk’tan dönüşünde İsrail ile Türkiye ilişkilerini daha üst seviyeye taşıyacak yeni bir sürece girildiğini söyledi. Erdoğan’a göre Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminde Türkiye İsrail’in Filistinlilerden gasbettiği gazın Avrupa’ya satışında görev almak üzereyken, bu girişim yarım kalmıştı. Bugün ise kaldığı yerden devam etmesi olanaklıdır. Şöyle diyor Erdoğan: "Hedef olumlu yaklaşımlarla bir yere varmak. Bu olumlu yaklaşım kazan-kazan esasına dayalı olduktan sonra biz Türkiye olarak elimizden geleni yaparız."
Biz bu filmi defalarca gördük! Erdoğan bir yandan Türkiye’de halkın çok hassas olduğu Filistin davasını kendisine siyasî bir malzeme yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmazken, Filistin halkının zaferine yardımcı olacak, işgalci İsrail’in ve dolayısıyla emperyalizmin gerçek bir zarar görmesi sonucunu doğuracak hiçbir gerçek girişimde bulunmamıştır. İsrail’e "one minute" (bir dakika) dediği zaman da, sonrasında da bu ülke ile askerî, ticarî, istihbarî ilişkilerini tam gaz sürdürmüştür. Erdoğan ve AKP’nin Filistin konusundaki yaldızı, Berat Albayrak’ın başrolde olduğu bir önceki "normalleşme" girişiminde kazınmış, altından hâlis bir Siyonizmseverlik çıkmıştı. AKP’nin Filistinlilere ait toprakların altından çıkan, dolayısıyla Filistin halkına ait olan doğalgazın gasbına ağzının suyu akarak talip olduğu, AKP’li medyada Mavi Marmara gemisinde yaşamını yitirenler için "manyak" dendiği, Erdoğan’ın Mavi Marmara şehitlerinin ailelerine "giderken bana mı sordunuz?" dediği bir dönemdi bu.
Dönüp geldiğimiz yer yine aynısı olmuştur. İstibdad rejimi, bir kez daha Filistin halkını satmakta, Filistinlilerin emperyalistlere ve Siyonistlere karşı verdiği savaşta bu halkın düşmanları ile saf tuttuğunu bir kez daha ilan etmektedir.
İsrail ile yeni bir "yakınlaşma" ya da "normalleşme" kimlerin çıkarına? Erdoğan’ın dediği "kazan-kazan" denkleminde kimler kazanıyor, kimler kaybediyor?
Son dönemde neler yaşandığına bakalım. Erdoğan, bir avuç sömürücüyü daha da zengin eden, halkı ise enflasyon ve yoksulluk karşısında diz çökmeye mahkum kılan ekonomi politikalarını bir kurtuluş savaşı olarak adlandırmaktadır, malum. Biz bunun böyle olmadığını söylüyoruz. Zira, istibdad rejimi, karşısında kurtuluş savaşı verdiği söylenen güçlerle aynı NATO şemsiyesi altında Ukrayna’da Rusya’ya karşı saf tutmakta, Ukrayna ordusuna insansız hava aracı temin etmekte, emperyalizme şirin görünmek için Afganistan’daki Kâbil Havalimanı’nın idaresine talip olmaktadır. Emperyalizmin bölgedeki yakın müttefikleri ile de arası giderek çok daha iyi bir hal almaktadır. 15 Temmuz darbesinin arkasındaki en önemli güç olarak belirttiği Birleşik Arap Emirlikleri ile sıcak ilişkiler başlatmış, Mısır ve Suudi Arabistan’ın da birden dost olduğunu hatırlayarak, Sisi istedi diye Türkiye’deki Müslüman Kardeşler mensuplarının sesini kısmıştır. Tüm bu ülkelerin Türkiye’ye yatırım yapması için bunları ikna etmeye çabalamaktadır.
Zamanın hükümeti, Kore Savaşı’na ABD emperyalizminin himayesinde asker göndermiş, bu haksız savaşta pek çok insanımızın ölümüne neden olan bu hamle sayesinde NATO üyesi olmuştu. Şimdi de istibdad rejimi ABD emperyalizmi ve NATO ile yaşadığı sorunları çözmek ve boşalan hazineyi dolarla doldurabilmek için Ukrayna’yı Türkiye için yeni bir Kore yapmaya, emperyalizmin himayesinde yeni görevler almaya hevesli bir tutum sergilemektedir. Ukrayna yeni bir Kore olur mu, bunu zaman gösterecektir. Ama şu an ilk elden görülen odur ki, emperyalizmin çizgisine bu tam olarak kayış ödülsüz kalmamıştır. ABD emperyalizmi, İsrail’in çaldığı Filistin gazının Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya pazarlanması projesine (EastMed) veto koymuş, böylelikle İsrail için çaldığı gazı nakledeceği yeni rota Türkiye olmuştur. Erdoğan’ın geçenlerde hahamlarla randevusunun da, Herzog ile sıcak telefon münasebetlerinin de gerekçesi bir anda ortaya çıkmıştır.
Anlaşılan, Türkiye bu çalıntı gazın naklinde görev alacaktır. Yeni bir boru hattının inşasında görev alacak müteahhit firmalar, TÜSİAD’cı ya da MÜSİAD’cı olması farketmeksizin bu işten para kazanacaklardır. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren emperyalistlerin karakolu İsrail, işgal altında tuttuğu Filistin’in yerüstü zenginliklerinden sonra yeraltı zenginliklerinden de para kazanmaya başlayacak, bundan güçlenecektir. Avrupa emperyalizmi, zayıf da olsa Rusya gazına karşı alternatiflerini arttırmış ve bundan kârlı çıkmış olacaktır.
Buna karşın, gelecek olan gazı taşıyan hat muhtemelen Rusya’dan gelen boru hatlarının bir tanesi kadar bile olmayacağından, dahası zaten doğalgaz vanasının başında yine patronlar oturduğundan, Türkiye’de emekçi halkın bu proje sayesinde daha ucuza ısınma gibi bir şansı olmayacaktır. İsrail’in güçlenmesi tüm Ortadoğu halkları gibi Türkiye’nin emekçi halkının da aleyhine olacaktır. Filistin halkının karşı karşıya kaldığı sorunlar ise katlanarak artacaktır. İsrail Türkiye’den, hattın Türkiye’den geçirilmesi karşılığında Hamas’a yönelik her türlü destek başta gelmek üzere Filistin direnişini zayıflatacak pek çok talepte bulunacak, bu da Filistin halkının çıkarı hilafında olacaktır.
Yani, emekçi halkımız kaybedecek, bir avuç patron bu işten kârlı çıkacaktır.
Yalan rüzgârı başlıyor, burjuvazinin sözcüleri ağız birliği edecek, gerçekleri konuşalım, konuşturalım!
Türkiye burjuvazisinin bu girişimden büyük beklentileri olduğundan, hem istibdad basını hem de Amerikan muhalefetinin yayın organları İsrail ile bu yeni "normalleşme" konusunda ağız birliği etmiş gibidirler. Akit, her zamanki gibi yüksekten atarak "İsrail yenilgiyi kabul etti." diyerek Erdoğan’ın ihanetine sırmalı kılıf dikmekte, Halk TV’de İbrahim Kahveci İsrail ile bu tür bir işbirliğinin ülkenin çıkarına olduğunu, yapılanın gayet doğru olduğunu savunmaktadır. Emekli diplomatlar ve tartışma programlarının müdavimi asker kökenli güvenlik uzmanları İsrail'le normalleşmeyi allayıp pullamaktadır. Örnekler çoğaltılabilir ama esas olan, iktidar ve muhalefete yakın iki medya organından benzer seslerin yükselmesidir. İkincisinin bunu bir eleştirinin içerisine yedirmiş olması sonucu değiştirmemektedir.
Bir önceki "normalleşme" başladığında, Erdoğan ve Berat Albayrak normalleşmenin Filistinlilerin de çıkarına olacağını söylemişlerdi. Erdoğan, Gazze’nin sorunlarını çözmeye yönelik projelerden bahsediyordu. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Olsa olsa, bazı sivil toplum örgütleri vasıtasıyla Gazze’de yapılan "hayır işlerinin" sayısı arttı. Oysa Filistinlilerin ihtiyacı, onları bu türden "hayırlara" muhtaç olmaktan kurtaracak politikalar, özellikle de Filistin halkının yükselttiği boykot, yatırımların geri çektirilmesi ve yaptırımlar (BDS) hareketinin çizdiği hatta destektir.
Buna karşın, özellikle istibdad medyasında bu girişimin parlatılacağından, Filistin halkının çıkarına olduğu propagandasının yapılacağından emin olabiliriz. Dahası, ne yazık ki Türkiye’de ikamet eden ve kendi halkının kurtuluşunu istibdad rejiminin ayakta kalmasının gerisine atmış bir takım Filistinliler de buna destek verecek, istibdad medyasında boy gösterecektir. Emekçi halkımızın da onun dostu Filistin halkının da çıkarı, bu koroya karşı uyanık olmaktan, yalanlarını ortaya saçmaktan geçmektedir.
Yakınlaşma değil, etnik arındırmayı durdurmak için acil yaptırımlar gerekli!
Tam da bugünlerde, istibdad rejiminin İsrail ile yürüttüğü görüşmelerin arka fonunda İsrail’in Filistinlilere yönelik etnik arındırma uygulamaları muazzam bir hız kazanmış durumdadır. Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde Siyonistlerce yürütülen etnik arındırma operasyonu bugün yeni bir aşamaya geçmiş, bir Filistinli aile evlerinden atılmış ve evleri İsrail tarafından yerle bir edilmiştir. Nakab çölündeki Filistinli Bedevilere yönelik etnik arındırma politikası hızla ilerlemektedir. Siyonistler Bedevilerin geçim alanlarına yeni yerleşimler inşa etmenin ön hazırlıklarını yapmakta, direnen Filistinlileri gözaltına almakta, darp etmektedirler. Batı Şeria’dan bir süredir neredeyse her gün yaralı veya katledilmiş Filistinlilerin haberleri gelmektedir.
Bu manzara karşısında yapılması gereken, İsrail’i en azından uluslararası hukuka uymaya zorlayacak adımların atılması olurdu. Bizce bu bile yeterli değildir, ama istibdad rejimi buna dahi yanaşmamakta, İsrail’e karşı her olayda Dışişleri Bakanlığının sitesinden kınama yayınlamaktan öteye gitmemektedir. Dahası, geçtiğimiz gün ortaya çıkmıştır ki, Milli Eğitim Bakanlığı, İsrail’in kendisini akademik alanda aklamasına sonuç verecek şekilde İsrail hükümetinin eğitim burslarına aracılık yapmaktadır.
Özetle, istibdad rejimi bir kez daha emperyalizmin ve Siyonizmin yanında saf tuttuğunu tüm dünyaya ilan etmiştir.
Yapılması gereken, istibdadın palavralarına kanmamak, İsrail ile her türlü normalleşmenin karşısında durmaktır.
Türklerin, Kürtlerin, Arapların ve bölgenin tüm diğer haklarının İsrail ile işbirliğinden, emperyalizmin pis işlerine taşeronluk yapmaktan en ufak bir çıkarı olamaz.
Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!
Kahrolsun emperyalizm!
Kahrolsun Siyonizm!
Yıkılsın Siyonist İsrail Devleti!
Nehirden denize özgür Filistin!
Devrimci İşçi Partisi Politbürosu