“Küresel” tedarik zincirleri: kapitalizmin zayıf halkası
Kısa bir süre önce uluslararası burjuvazinin önde gelen kurumlarından İMF, “zorlukların küresel olduğunu, çözümlerin de küresel olması gerektiğini” belirtiyordu. Geçen Mart ayında devasa bir yük gemisinin, Süveyş Kanalı’nda karaya oturması ve zaten Covid-19 salgınının da etkisiyle oldukça yavaşlamış dünya ticaretini adeta durma noktasına getirmesi kapitalizmin bu açmazını bir kez daha gözler önüne serdi. Sahibi Japon, işletmecisi Tayvanlı olan Evergreen firmasına ait olan ve daha az vergi vermek için Panama bayrağı taşıyan Ever Given gemisi, aralarında petrol, elektronik eşyalar ve otomobiller gibi çeşitli mallar taşıyan 369 geminin Süveyş Kanalı’nda beklemesine ve bunun sonucunda da birçok sektörde üreticilerin sevkiyatlarının gecikmesine neden oldu. Tıkanıklığın deniz ticaretine olan günlük maliyetinin yaklaşık 10 milyar dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor.
Ünlü İngiliz gazetesi The Guardian’ın aktardığına göre bu olay hakkında ünlü bir Amerikalı gece yarısı şov programcısı haklı olarak şöyle demiş: “Aslında kapitalizm geçen hafta boyunca bir kalp krizi geçirdi.” Bir hafta içinde yeniden yüzdürülen bu gemi, günümüz kapitalizminin ve küresel tedarik zincirlerinin nasıl bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu gözler önüne sermesi bakımından çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Ama bu aslında buzdağının görünen yüzü. Daha derinde neler olduğunu kavramak bakımından gelin dünya kapitalizminin derinliklerinde son 4-5 aydır yaşanan gelişmelere kısaca bir göz atalım.
Salgınla birlikte bir kez daha toplumsal ihtiyaçların giderilmesi bakımından piyasanın kaynak tahsisinde en uygun araç olduğu iddiasının nasıl bir safsata olduğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Uzay teknolojisine sahip günümüz dünyasında salgında insan hayatı için en temel gereksinimlerin (maske, aşı, solunum cihazları vd. üretimi) bile karşılanamadığını her geçen gün görüyoruz. Yakın zaman önce maske ve aşı savaşlarına bir yenisi daha eklendi: Yarıiletken (çip) savaşları. Çipler günümüzde başka birçok alanda olduğu gibi otomobil üretiminin de vazgeçilmez bir parçası. İşte geçtiğimiz altı aydan beri dünyada bir çip krizi, daha doğrusu darboğazı yaşanıyor. Dünyanın önde gelen otomotiv ve yan sanayi firmaları üretim için gereken miktarda çip bulamıyorlar ve bu nedenle çeşitli ülkelerdeki fabrikalarında üretimi geçici sürelerle durduruyorlar. Aralarında Ford, Mercedes, Volkswagen, Honda ve General Motors’un da yer aldığı birçok büyük otomotiv üreticisi, yarı iletkende yaşanan darboğaz nedeniyle üretimlerinin aksadığını söylüyor. Türkiye’de de önce Oyak-Renault ve Tofaş, daha sonra da Ford-Otosan üretimlerini bir süreliğine durdurdular. Fatura her zaman olduğu gibi yine işçilere çıkarılıyor. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki fabrikalarında bu otomotiv tekelleri üretimi durduruyor ve binlerce işçiyi ya ücretsiz izne çıkarıyor ya da kısa süreli çalışma ödeneğine mahkûm ediyor. Şimdi diyeceksiniz ki Süveyş Kanalı’nda bir geminin karaya vurması ile çip krizi arasında ne bağlantı var? O takdirde hikâyeyi baştan alalım.
Salgının etkisiyle geçen sene otomobile olan talep azalınca önde gelen otomotiv firmaları, “tam zamanında üretim” diye stok maliyetlerini kısmak amacıyla çip siparişlerini azaltınca başta Çin ve Tayvan olmak üzere çoğu Güney Doğu Asya’da yerleşik ve fason üretim yapan çip firmaları mevcut üretim kapasitelerini kullanmak ve daha fazla kâr elde etmek amacıyla o sıra salgın nedeniyle talebi artan tüketim elektroniği sektörüne (bilgisayar, oyun konsolu, televizyon vb.) çip üretmeye soyundular. Geçtiğimiz aylarda otomobile olan talebin yeniden canlanması karşısında bu sefer otomotiv firmaları yeniden çip siparişi vermeye kalkınca, söz konusu çip üreticisi firmalar talebi karşılayamaz duruma düştüler. İnsan ilk planda asıl nedenin kapitalist ekonomilerde alışık olduğumuz arz ve talep arasındaki uyumsuzluk olduğu zannına kapılabilir. Bu kapitalizme özgü üretim anarşisinin, daha fazla sömürü peşinde koşan firmaların bir plan ve koordinasyon olmadan piyasanın kör güçlerine tâbi olmalarının bir sonucu. Ancak tek neden bu değil. Darboğaza yol açan bir diğer neden de otomotiv sektörüne çip üreten firmalardan biri olan Japon Renesas’ın Japonya’daki fabrikasının yanması. Bu yangında firmanın enerji altyapısı için gerekli yatırımları yapmamış olmasının önemli payı olduğu belirtiliyor. Yetmiyor; bunun yanında bir de dünyaca ünlü Alman tekeli Siemens’in de ortak olduğu önde gelen çip üreticilerinden Alman firması Infineon’un Teksas’taki çip fabrikası elektrik kesintisi nedeniyle üretimine ara veriyor. Sebep Teksas’taki kutup soğukları ve kötü hava koşulları nedeniyle enerji dağıtım sisteminin çökmesi. Bunun da altını biraz eşeleyince, ABD’nin bu bölgesindeki özel elektrik şirketlerinin daha fazla kâr peşinde elektrik fiyatlarını artırırken elektrik şebekelerine gereken miktarda altyapı yatırımı yapmadıkları ortaya çıkıyor. Bu nedenlerin yanında bir de iklim krizine bağlı olarak çip üretimin önemli hammaddelerinden biri olan ve ağırlıkla Çin’de üretilen silisyumun kuraklık ve hidroelektrik santrallerindeki aksaklıklar ve artan elektrik fiyatları nedeniyle eritilememesini ve fason çip üretiminde önemli paya sahip firmaların yer aldığı Tayvan’da kuraklığın yol açtığı su sorunlarını da saymak gerekiyor. Bunlar arasında yer alan ve oldukça ileri teknoloji kullanan TSMC firması, üretim tesislerine kamyon ile su taşıyor!
Ve nihayet son ama hiç de daha az önemli olmayan bir neden de, Trump yönetiminden beri ABD hükümetinin Çin’li firmalara yönelik ticari yaptırımları. Özellikle Çinli teknoloji şirketi Huawei önlem olarak bu yaptırımlar yürürlüğe girmeden yukarıda değindiğimiz Tayvanlı çip üreticisi TSMC’ye yeterli sayıda çipi güvence altına almak için büyük siparişler vermişti. Tüm bu “aksaklıkların” bir araya geldiği koşullarda, Tayvanlı çip üreticileri salgın nedeniyle tüketim elektroniği sektörünün artan talebine dönük siparişleri yetiştirmekle meşguldü. Bir de bunun üzerine salgın önlemlerinden sonra canlanan talebe bağlı olarak hızla üretime başlayan otomotiv sektörü tekrar çip siparişine başlayınca zaten tam kapasite çalışan çip üreticileri bu talebi karşılayamaz oldular.
İşte kapitalist üretimin ne kadar kırılgan bir zeminde işlediğine işaret eden bu gelişmeleri takiben Süveyş Kanal’ındaki gemi kazası bardağı taşıran son damla oldu. Çip darboğazını şiddetlendirerek, dünya ekonomisi durma noktasına getirdi. Gelgelelim bunun ne ölçüde bir kaza olduğu da oldukça şüpheli. Yetkililer yük gemisinin karaya oturmasına şiddetli rüzgârların ve kum fırtınasının yol açmış olabileceğini ileri sürseler de henüz somut bir kanıt bulunabilmiş değil. Oysa meseleye biraz daha ayrıntılı baktığınızda böyle bir kazanın nasıl da “geliyorum” dediğini görmemeniz mümkün değil. Zira dünya ticaretinin yüzde 90’ı deniz yolu üzerinden ve bunun da yüzde 12’si Süveyş Kanalı üzerinden gerçekleştiriliyor. Doğu Asya’da üretilen birçok mal, hammadde, yarı mamul konteynerlere yüklenip Avrupa’ya ve Amerika’ya bu kanaldan gönderiliyor. Kapitalistler nakliyatta maliyetleri daha da aşağı çekebilmek için giderek büyüyen hacimlerde gemiler kullanıyorlar. İşte Ever Given, kanaldan her yıl geçen bu 19 bin yük gemisinden biri, ama en irilerinden. 2007 yılında en büyük yük gemisi 8 bin konteyner taşırken, günümüzde birçok gemi yaklaşık 25 bine yakın konteyner taşıyabiliyor. 400 metre uzunluğunda, 59 metre genişliğinde, 220 bin ton ağırlığında olan bu devasa gemi ise 20 bin konteyner taşıyordu. Daha düşük maliyet daha fazla kâr amacıyla gemi yüklemenin fiziki sınırlarının zorlandığı, bu kadar aşırı yüklü bir geminin zaten büyük bir risk altında olduğu açıktır.
Bu somut örnek bir kez daha kapitalizmin açmazlarını tüm berraklığıyla ortaya koyması bakımından önem taşıyor. “Küresel” tedarik zincirleri en son teknolojiler aracılığıyla üretimi devasa ölçülerde bütünleştiriyor, farklı ülkelerden emekçiler (silisyum madenlerinde çalışanlardan, Amerikalı çip tasarımcısı işçilere, otomotiv işçisinden limanda konteyner yükleyicisine kadar) kolektif bir üretim gerçekleştiriyorlar. Ama öte yanda kapitalistler fason üretim yaptırarak, taşeron işçi kullanarak (dünyada yarıiletken üretiminin yüzde 90’ı Asya’da gerçekleştiriliyor, toplam talebin yüzde 50’si ABD’den geliyor ve toplam üretimin sadece yüzde 12’si ABD’de yapılıyor) işçileri birbirleri ile rekabete sokarak, onların örgütlü olmalarını engelleyerek, işçileri ve gemileri “aşırı yükleyerek”, gerekli altyapı yatırımlarını yapmayarak bunların maliyetlerini devlete ve dolaylı olarak emekçilere yıkarak daha fazla kâr ve sömürü peşinde koşuyorlar. Her biri en ince şekilde üretimlerini planlarken toplamda kolektif üretim, küresel koordinasyon ve planlama olmadığı için akıl dışı sonuçlara ve ulusal çatışmalara yol açıyor, toplumsal ihtiyaçları karşılayamaz duruma düşüyor.
Ama bu örnek umutlu olmak bakımından önemli bir ipucu da içeriyor. O tüm esneklik safsatalarına rağmen bu derece kırılgan, bu derece pamuk ipliğine bağlı bir üretim sistemini durdurma, onu daha planlı ve toplumsal ihtiyaçları karşılamaya dönük bir üretim için denetimi altına alma gücünün, bu potansiyelin nerede yattığını da açıkça ortaya koyuyor. İşte Süveyş Kanalı’ndaki kazanın ve çip krizinin en büyük dersi budur. 200 bin tonluk bir geminin karaya vurması, emekçilerin (en ağır sömürü koşullarında çalışan çip fabrikası işçilerinden, o yük gemisinin az sayıdaki mürettebatına ya da Süveyş Kanalı’ndaki liman işçilerine, silisyum madenlerinde çalışanlardan çip tasarımcılarına kadar) kaderlerinin ne kadar birbirlerine bağlı olduğunu ve aslında örgütlü olduklarında üretimi durdurma, kendi denetimi altına alma ve sistemi bu darboğazdan çıkarabilme gücü bakımından ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduklarını bir kez daha ve çarpıcı bir şekilde göstermiştir.