Halk isyanı yargılanamadı!
Antalya Gezi davasında, Devrimci İşçi Partisi üyesi Mustafa Cihan Yılmaz yoldaşımız, mahkemenin sanık sandalyesini sosyalizmin kürsüsüne dönüştürdü.
Savunmasında baştan sona, halk isyanını ve milyonların eylemlerini savunan yoldaşımız, halk isyanının yargılanamayacağını, DİP’in amacının Gezi Parkı ile başlayan büyük halk hareketinde AKP hükümetini devirmek olduğunu söyledi.
Savunmasının başında, iddianameyi yargılayan yoldaşımız, iddianamenin gerçeklerden uzak olduğu söyledi. “Eğer bu iddianame gerçek olsaydı, mahkemelerde biz değil, Ethem’in katili Ahmet Şahbaz yargılanırdı” diyen Yılmaz, iddianamenin AKP’nin bir raporu olduğunu söyledi. Yoldaşımız, halk isyanını yargılayan iddianame hakkında şöyle devam etti: “Hakkımızda açılan davanın dayandığı iddianame, Türkiye’de milyonlarca insanın katıldığı ve dünya çapında ilgi görmüş bir toplumsal olayı hukuki kriterlerle değil bütünüyle siyasi bir tarzda ele almaktadır. Üstelik bir hukuk merciinde kabul edilemeyecek şekilde hükümet sözcüsü gibi yorumlar yapmakta, ifadeler kullanmaktadır.”
Yılmaz, iddianamede suç olarak isnat edilen tüm eylemleri sahiplendi. Eylemlerini kararlılıkla savunan Cihan şunları söyledi: “Hakları gasp edilen halk kitlelerinin böyle fiili ve meşru mücadele ve eylemlerle bu hakları savunması bütün tarih boyunca ve bütün ülkelerde hakların kazanılmasının en önemli yolu olmuştur. Şayet kitleler hakları için mücadele etmek yerine evlerine kapansalar ve bu hakların başkaları tarafından kendilerine bahşedilmesini bekleselerdi, bugün ne temel özgürlükler, ne de demokrasinin en basit kuralları dünyanın herhangi bir yerinde var olabilirdi. Grev hakkı grev yaparak, örgütlenme hakkı örgütlenerek, gösteri ve toplu yürüyüş hakkı gösteri yapılarak elde edilmiştir.”
Tüm bu eylemlerin meşru ve kitlesel olduğunu ifade eden yoldaşımız eylemlere nasıl katıldığını anlattı:“Ben DİP yöneticisiyim, isyana partimle katıldım. Gezi'yi AKP'ye karşı direniş ve kitle demokrasisi olarak görüyoruz”
1 Haziran sonrası sivil polislerin, kitlelere demir sopalarla saldırmasına değinen Yılmaz, polislerin halka öldürmek için saldırdığını söyledi. Polisler tarafından katledilen Ali İsmail Korkmaz’dan tek farklarının “daha hızlı koşmamız ve koşarken ayaklarımızın takılmaması” diyen Yılmaz, halk isyanı boyunca yaşanan polis şiddetini teşhir etti.
Gezi Parkıyla başlayan büyük bir halk hareketidir
Gezi Parkıyla başlayan mücadeleler dizisini ve bunun yaratan sebepleri, isyanın özelliklerini madde madde sıralayan yoldaşımız şöyle devam etti: “Gezi Parkı konusundaki mücadeleyle başlayan ve Türkiye’nin hemen hemen tamamına yayılan olaylar, bir büyük halk hareketidir. Türkiye tarihinde çok az görülmüş özellikler taşımaktadır. Birincisi, bu olaylarla birlikte halkın çok çeşitli katmanları kendi kaderlerini kendi ellerine almak istediklerini ortaya koymuşlardır. İkincisi, devlet güçlerinin baskısı karşısında sinmemiş, başları dik haklarını sonuna kadar savunmuşlardır. Üçüncüsü, hem İstanbul Gezi Parkı’nda ve ona benzer ortamlarda yaşanan çadır kent deneyimleri, hem de daha sonra başlayan Forum hareketi, Türkiye’ye çok ihtiyacı olan bir kitle demokrasisini, bir aşağıdan demokrasiyi tattırmıştır. Bütün bunların sonucu olarak, gerici ve baskıcı bir hükümet karakterini taşıyan AKP hükümetinin gücü zayıflamış, gerek onu bugüne kadar desteklemiş olan güç odaklarının, gerekse halk kitlelerinin bu hükümete güveni sarsılmıştır.
Gezi direnişi ile başlayan halk isyanını sınıfsal bir zeminde ele alan Cihan yoldaşımız, hükümetin parlamenterist yollardan başka bir yolla düşürülebileceğini ortaya koydu: “Hükümetlerin sadece seçim sandıklarında düşürülebileceği, bunun dışındaki yöntemlerin darbe olarak adlandırılması gerektiği bütünüyle efsanedir. Büyük halk hareketleri, skandallar, büyük politik başarısızlıklar ya da askeri yenilgiler ve benzeri birçok başka neden de hükümetlerin düşmesine yol açabilir. Bunlara hiçbir biçimde hukuk dışı ya da demokrasi dışı denemez” diyerek AKP’nin sadece Gezi direnişi ile başlayan halk isyanına yönelik kara propagandasını boşa çıkartmadı; aynı zamanda AKP’nin ve temsilcisi olduğu kapitalist sistemin toplumu içine sürüklediği ekonomik kriz karşısında büyük bir patlama potansiyeli taşıyan işçi sınıfına da devrimci bir yol gösterdi.
Halk isyanının sesi mahkeme kürsüsünde
Cihan yoldaş Devrimci İşçi Partisi’nin siyasi çizgisini kararlılık ve tutarlılıkla mahkeme salonlarına taşıdı:“Benim partimin adı Devrimci İşçi Partisi’dir. Biz işçi sınıfının haklarını, kazanımlarını, mevzilerini her şeyden çok önemseriz. AKP hükümeti her şeyden önce tüm politikalarıyla sınıfımıza taarruz ettiği için onu karşımızda görüyoruz! Protesto etmek, karşı propaganda yapmak, eylemlerimizle sarsmak ve sonunda bu hükümeti devirmek istiyoruz!”
Aynı zamanda kapitalizme karşı da mücadele ettiğini, kapitalizmin yerine adil ve eşit bir dünya için mücadele ettiğinin altını çizdi.
Devrimci avukatların savunması
Davanın toplam beş sanığını 50 avukat savundu. Avukatların ilk müdahalesi daha duruşma başlarken geldi. Bu davada bugüne kadar görülmemiş bir uygulama sonucunda onlarca polis memurunun ve bazı belediyelerin adları “müşteki” (yani şikâyetçi) olarak yazdırılmıştı. Bunların bir bölümü sanıkların ardındaki sıraları kaplamıştı. Avukatlar Münip Ermiş ve Şiar Rişvanoğlu, hem usul, hem de duruşmanın selameti açısından bu polislerin duruşma salonundan derhal çıkarılmasını talep etti. Ayrıca belediyelerin bir bölümünün bu "şikâyet" eyleminden haberi dahi olmadığının basında bile yer aldığını elde gazete kesikleri ileri sürdü. Mahkeme avukatların talebini reddetti. Sanıklardan sonra bu polislere söz verildi. Onlarca polis konuştu. Polislerin hiçbirinin sanıklardan bir tekini bile tanımadığı ortaya çıktı. Sanıkları tanımayan ama onlardan şikâyetçi olan polis memurları! Şikâyetçi olmadıkları halde şikâyetçi yazılan belediyeler!
Avukatların savunma yapma sırası sanıkların savunmaları sona erdikten sonra geldi. Toplam yedi avukat savunma yaptı. Avukat Özlem Gümüştaş daha ziyade Cihan dışındaki sanıkların savunmasını ustalıkla yaptı. Cihan’ın bütün dört ay boyunca bütün avukatlık görevlerini üstlenen, her sorununa ve ihtiyacına fedakârca çözüm bulan avukat Hakan Evcin duruşmada göreli olarak kısa bir savunma ile yetindi. Duruşma sırasında Cihan’ı savunma bakımından ana görevi Çağdaş Hukukçular Derneği Başkan Yardımcısı avukat Münip Ermiş ile aynı zamanda Devrimci İşçi Partisi kurucu üyesi olan Şiar Rişvanoğlu üstlendiler. Münip Ermiş daha çok Özel Yetkili Mahkemelerin durumu üzerinde durdu. Bu mahkemelerin gerek orijinal biçimi DGM’ler, gerek Özel Yetkili Mahkemeler olarak nasıl solun ve Kürt hareketinin avukatları tarafından yıllar boyunca eleştirildiğini, bu eleştirilere kulak tıkandığını, ama bugün gelinen noktada bütün siyasi yelpazenin bunlardan yaka silktiğini, yani solun yine haklı çıkmış olduğunu çarpıcı örneklerle anlattı. Ermiş aynı zamanda titiz bir kaynak taramasıyla, bu davanın iddianamesinin Gezi isyanını nasıl şimdiki Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bir demecini kelime kelime kopyalama yoluyla anlattığını ortaya koyarak savcıyı mahcup duruma düşürmeyi başardı.
DİP avukatı: gerekiyorsa genel başkanı, parti yönetimini, beni yargılayın!
Yoldaşımız Şiar Rişvanoğlu’nun yaptığı savunma ise, tarzı, üslubu, içeriği ile duruşma salonundaki herkesin dikkatlini üzerinde topladı. Görevli jandarma erlerinin tamamı, arkalarına düşen, dolayısıyla geri dönerek izlemek zorunda oldukları Rişvanoğlu’ndan gözlerini bir an ayırmadılar, kulaklarını bütünüyle ona verdiler.
DİP avukatı yaptığı siyasi savunma ile iddianamenin polis fezlekelerinden ve internetten kopyala yapıştır yöntemleriyle imal edilmiş, tutarsız, değersiz, uydurma bir belge olduğunu kanıtladı, davanın temelinin siyasi olmakla kalmadığını, son derecede çürük olduğunu ortaya koydu. Avukatımıza göre 53 sayfalık iddianamenin sadece 5 sayfasının herhangi bir hukuki değeri vardı. O beş sayfa da sanıkların kimliklerinin sergilendiği sayfalardı!
Şiar Rişvanoğlu’nun öncelikle vurguladığı nokta, bu dava ile halkın isyan hakkının yargılanmaya çalışıldığı, oysa bütün tarihin motoru olan ve milyonlarla insanı içeren bu hakkın yargılanamayacağı idi. Rişvanoğlu bu mahkemede sanık sandalyesinde aslında başbakanın, ilgili bakanların, valilerin, emniyet müdürlerinin ve halk isyanı sırasında ortaya çıkan ölüm ve yaralanmaların bütün sorumlularının oturuyor olması gerektiğini ileri sürdü. Bugün bütün toplumun gözleri önünde ortalığa saçılmış olan pisliğin Gezi ile başlayan halk isyanı sayesinde gündeme geldiğini vurguladı. Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz’ın katil polislere “gözlerime bakarak konuşun” meydan okumasını gündeme getirerek kimin esas sanık olması gerektiğine işaret etti.
Rişvanoğlu sanıkların sapanla taş atma ya da barikat kurma ile suçlanmasının kabul edilemeyeceği gerçeğini de hukukun temel kavramlarından meşru müdafaa kavramı temelinde öne sürdü. Milyonlarca insan en temel demokratik hakları olan gösteri hakkını kullanırken devletin buna her türlü silahla ve ne idüğü belli olmayan birtakım sivil saldırganlarla engel olmaya kalkıştığında, halkın bu en temel hakkını kullanabilmek için harekete geçmesinin hiçbir şekilde suç olarak kabul edilemeyeceğinin altını çizdi. Avukatımız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “Nurettin Aldemir ve diğerleri-Türkiye” davasında bu söylenenleri hukuken doğrulayan kararının Türkçe çevirisini de dosyaya konulmak üzere mahkemeye verdi.
Rişvanoğlu’nun üzerinde durduğu bir başka nokta, iddianamenin yoldaşımız Cihan’ın halk isyanına katılımını Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) adında bir başka örgüte bağlama saygısızlığı idi. Avukatımız kendisinin internetten indirdiği İspanya’da faal ETA, İrlanda’da faal IRA ve Sri Lanka’da uzun yıllar mücadele vermiş olan Tamil Kaplanları örgütlerinin tarihçesini ve görüşlerini anlatan belgelerin çıktılarını teker teker yere fırlattıktan sonra, iddianamenin yarısından fazlasını işgal eden MLKP tarihinin de internetten kopyalanarak yazılmış olduğunu ima ederek, iddianamenin de aynı muameleyi hak ettiğini ama usul nedenleriyle onu yere atamayacağını belirtti. Rişvanoğlu, elinde Gerçek sitesi yazılarının çıktıları, Gerçek gazetesinin sayıları ve Çapulcu Özel Sayısı ve benzer dokümanlardan oluşan bir dosya ile Devrimci İşçi Partisi’nin olayların birinci gününden geçtiğimiz Ocak ayına kadar halk isyanı hakkında 137 adet yazı, bildiri, inceleme ve benzeri materyal çıkardığını, mevcut olduğu bütün şehirlerde hareketin ayrılmaz bir parçası olduğunu, isyanı bütünüyle kendine özgü bir biçimde tahlil ettiğini ve kendine özgü politikaalr savunduğunu vurguladı. Bütün DİP yönetici ve militanları gibi Cihan’ın da bu büyük halk hareketinde kendi partisinin görüşleriyle yer aldığını, başka her türlü iddianın safsata olduğunu belirtti.
Rişvanoğlu, bunları anlatırken DİP Genel Başkanı Sungur Savran’ın duruşma salonunda olduğunu belirtti, Savran’dan kısa süre ayağa kalkmasını istedi ve şöyle dedi: “Eğer yargılanacak birileri varsa, gencecik insanlar değildir. Genel başkandır, partinin diğer yöneticileridir, DİP üyesi olmaktan onur duyan benim gibi insanlardır!”
İsyanın sesi Buenos Aires’te, Atina’da, Roma’da
DEYK (Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu-CRFI) bağlı örgütler de isyan tutsaklarıyla enternasyonalist dayanışmayı yükselttiler. Sadece Antalya’da değil üç kıtada yapılan eylemlerle Mustafa Cihan Yılmaz’ı ve Gezi tutsaklarını savundular. Devrimci İşçi Partisi’nin DEYK çatısı altında birlikte mücadele ettiği örgütler Buenos Aires, Roma ve Atina’da Türkiye Büyükelçilikleri önünde eylem yaptılar.
Arjantin’de İşçi Partisi (PO), milletvekilleri Nestor Pitrola ve Pablo López ile partinin önderlerinden Pablo Heller’in de katılımlarıyla, İtalya’da Komünist İşçi Partisi (PCL) ve Yunanistan’da Devrimci İşçi Partisi (EEK), Mustafa Cihan Yılmaz başta olmak üzere tüm politik tutsaklara özgürlük istediler.