İşçinin yeni anayasaya ihtiyacı yok
Erdoğan ve AKP yeni anayasa için dört koldan saldırıyor. Erdoğan için birinci öncelik başkanlık sistemi. Sermaye için ise öncelikli olan anayasayı bir neo-liberal saldırı programının manifestosu haline getirmek. Bu programın kod adı ise “ekonomik anayasa”. Erdoğan ve büyük sermayenin anayasa konusunda özde bir farklılıkları yok. Öncelikler farklı.
Anayasa konusuna işçi sınıfı açısından baktığımızda ise “yeni anayasa” talebinin dışarıdan suni biçimde zerk edildiğini görmekteyiz. Liberal sol, “yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü” vb. kod adlarıyla sermayenin saldırı programını paketleyip yeniden sunmayı vazife edinmiş durumda. HDP ve CHP’nin etkin olduğu sendikal ortamlarda bu vazifeyi çok daha rahat yapabiliyorlar. Zira CHP zaten sermayenin programına tamamen angaje. HDP ise Kürt halkının anayasal taleplerinin gerçekleşmesi karşılığında her türlü tavizi vermeye hazır gözüküyor. Diğer yanda AKP’nin doğrudan Hak-iş ve Memur-Sen aracılığıyla yaptığı kapsamlı bir operasyon söz konusu. Her yönden gelen yeni anayasa tazyikinin en ufak bir dirence karşı ortak refleksi “ne yani 12 Eylül anayasasını mı savunalım?” şeklinde.
İşçi sınıfının durduğu yerden baktığınızda bu sorunun cevabı gayet net: evet, mevcut anayasayı bile savunmak zorundayız çünkü sermaye ve iktidarına, darbe ürünü ve sınıf düşmanı bu anayasa bile bol geliyor. Sadece mevcut anayasanın 51. maddesine bakmak yeterli. 51. maddenin başlığı sendika kurma hakkıdır. Bu maddede sendika kurma ve üye olma serbestliği anayasal güvence altına alınmaktadır. Tabii ki bu madde sendikal özgürlüklerin kapsamını genişletecek şekilde formüle edilebilir. Sonuçta 51. madde darbe anayasasının bir maddesi. Ancak bugün çalıştığı işyerine sendika sokmak ya da sendikalı ise özgürce sendikal tercihte bulunmak isteyen her işçi bu maddenin gerçekte bir karşılığının olmadığını bilir.
Bir işyerine sendika sokmak istediğinizde patronlar girişimden haberdar olur olmaz öncü işçileri işten atıyorlar. Yani anayasayı çiğniyorlar. Her yerde ve her gün bunu yapıyorlar. İşçiler işe iade davası açıp sendikal tazminat istiyorlar. Genellikle işe iade davası kazanılıyor. Zaman zaman da sendikal sebepten işten çıkarma yapıldığı tespit edilerek ek tazminata hükmediliyor. Ancak patronlar mahkeme sonucunda işçileri işe almak yerine tazminatlarını verip gönderebiliyorlar. Aynı süreç sarı sendikayı kovup istedikleri sendikaya geçmek isteyen işçiler için de yaşandı, yaşanıyor. Sonuç hep aynı. Sonuçta yeterli miktarda tazminat ödemeyi göze alan bir patronun sendikal örgütlenmeyi, sendika seçme özgürlüğünü engellemesi mümkün. Bir başka ifadeyle ücreti mukabilinde anayasanın 51. maddesi rafa kaldırılabiliyor.
Hâl böyle iken, “12 Eylül anayasasını mı savunalım” demagojisinin hiçbir manası olmadığı açık değil mi? Her gün, sayısız fabrika ve işyerinde insanlık dışı çalışma koşullarına karşı direnen, insanca bir ücret ve iş güvencesi isteyen işçiler mevcut anayasanın 51. maddesini, “yeni, sivil, demokratik, özgürlükçü” anayasa taraftarı patronlara ve onların hükümetine karşı savunuyor, savunmak zorunda kalıyor.
Şimdi yeni bir anayasa yazılırken sermaye ve iktidar temsilcileri, sendikal hakları düzenleyen maddeyi Komünistler yazsın, ne yazarlarsa kabulümüz dese, bunun bir kıymeti olur mu? Meselenin kâğıt üzerinde yazanlar olmadığı açık değil mi? Nasıl Kavel’de işçiler grev hakkını grev yaparak kazandıysa, sendikal özgürlükler de bu özgürlükleri kullanan ve hakları için direnen işçiler tarafından kazanılacaktır. İşçi sınıfı sermayeyi ve onun iktidarını yenilgiye uğratmadan bir çözüm ve çıkış yolu yoktur. 12 Eylül’le hesaplaşmak isteyen varsa yeni anayasa tartışmalarına değil 12 Eylül eliyle metal sektöründe kurulan MESS-Türk Metal düzenine meydan okuyan ve fiili grevlerle bu düzeni temellerinden sarsan metal işçilerine baksın.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mayıs 2016 tarihli 79. sayısında yayınlanmıştır.