Başyazı: Emekçi halkın direndiği yerde istibdadın orman kanunları hüküm süremez!
Türkiye’nin baskıcı ve keyfi bir yönetim olan istibdad rejimi ile idare edildiğini söylüyoruz. Bu rejim, sermaye sınıfına ve bu sömürücü sınıfın çıkarlarına dayanıyor. Hiç de söylendiği gibi milletin bekası için falan değil düpedüz bir avuç parababası, sermayedar ve tefecinin çıkarları için halkın ensesinde boza pişiriliyor. Örnekler saymakla bitmez. Ancak son dönemin birkaç olayını hatırlayalım. Ordu Sefaköy’de bulunan tek içme suyu ve tarımda kullandığı su kaynağının bir alabalık çiftliğine peşkeş çekilmesine karşı köylüler eylem yapınca jandarmanın sopasıyla karşılaşıyor. Bir basın emekçisi olayı görüntülemek isterken o da jandarma şiddetinden nasip alıyor ve basın özgürlüğü yok mu sorusuna “şu anda yok” cevabını alıyor. Kendine “kanun ordusu” diyen jandarmaya “hangi kanunda var bu” deyince de “kanunu aşağıda gösteririm” tehdidiyle karşılaşıyor.
Günler sonra Erdoğan Ordu’ya geldi. Fındık taban fiyatlarını açıkladığı bir miting yaptı. Çiftçinin, iki-üç misline katlanan gübre, mazot ve girdi fiyatları karşısında en az 84 lira olmasını istediği fiyatı 54 lira olarak açıkladı. Erdoğan’a ve istibdad medyasına bakarsanız bu fiyat yüzleri güldürmüştü. Ama kimin? Çiftçinin yüzü gülmüyordu. Gülerek hatta sırıtarak ellerini ovuşturanlar ise fındık piyasasında alım tekelini elinde tutan meşhur uluslararası gıda endüstrisi şirketleri. Erdoğan aynı mitingde Ordu Fatsa’nın geçmişteki solcu, sosyalist Belediye Başkanı Terzi Fikri’yi de terörist ilân etmekten geri durmadı. Kelimesi kelimesine darbeci Kenan Evren’in sözleriyle konuştu. Terör dehşete düşürerek yıldırmak manasına gelir. Sonra Terzi Fikri’nin bir köylü mitingindeki konuşması düştü medyaya: “Bu soygun ve sömürü düzeninin beyleri, ağababaları, faizcileri, karaborsacıları bizleri yıllar boyu kendilerine köle etmişlerdir…” diyordu. Bu sözlerden kimin dehşete düşeceği belli, bu sözlerin sahibine terörist diyenin fındığın para etmemesinden, hayat pahalılığından, faizciden şikâyet eden köylüyü susturmak istediği de açık.
Bir başka olay Ağrı’da oldu. Malum HDP’li belediyelerin neredeyse tamamına, halkın oylarıyla seçildikten sonra peyderpey kayyım atanmıştı. Gerekçe terörizm olarak gösterildi. Ortada silaha, silahlı eyleme, dehşete dair hiçbir delil olmadan yapılan keyfi uygulamalardı bunlar. Geçtiğimiz günlerde ise Ağrı’nın AKP’li belediye başkanı, ellerinde kalaşnikoflu adamlarıyla birlikte sokakta gövde gösterisi yaparak Ağrıspor Kulübü’ne çökmeye çalıştı. Otomatik tüfeklerden ve başka silahlardan etrafa açılan ateşle kadınlar, çocuklar dehşet içinde kaçışırken çekilen videoları herkes gördü. Ancak terör estiren AKP’li olunca iktidarın da kılı kıpırdamadı.
Kamuoyunda tartışılan bir diğer olayda ise, asker, polis diye sabah akşam edebiyat parçalayan AKP’nin Mersin milletvekilinin küfredip tehdit ettiği polis memurlarının iki yıldır açıkta olduğu ortaya çıktı. Bu iki yıl boyunca AKP’li vekile ise tabii ki dokunan olmadı. Çemişgezek Jandarma Karakolu’nda askerler AKP Tunceli İl Başkanını esas duruşta selamlamaya zorlandı. İşte tüm bunlar yazının başında jandarma uzman çavuşunun sana aşağıda gösteririm dediği “kanun”dur. Sermayenin, tefecinin, para babasının, makam ve mevkisini kendi menfaati için suistimal edenlerin kısacası baskıcı ve keyfi yönetim olan istibdadın orman kanunlarıdır bunlar.
İşçi de bu orman kanunlarından nasibini fazlasıyla alıyor. Anayasada yasalarda, sendikalaşma, hak arama hürriyeti var. Peki ya bu hürriyeti işçiler kullanabiliyor mu? Hayır. Hepsi kâğıt üstünde. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati yabancı şirket yöneticilerini toplayıp ne demişti? “Bir problem yaşadığınızda bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var…" İşçinin hakkını aramak için yetkili mahkemeye ulaşması aylar hatta yıllar alırken patrona hemen hizmet ediyor iktidar. Patronun istekleri kanuna, hukuka, nizama aykırı mı? Varsın olsun! Bürokrasiyi hemen alaşağı ederler… İşçinin kanuni hakkını kullanmasının karşısına ise polisi jandarmaya dikerler.
Dediğimiz gibi örnekler saymakla bitmez. Ama bu devran dönecek. Öyle geçmişte çok gördüğümüz türden sermaye partilerinin miadını dolduranın gittiği taze olanın iktidarı devraldığı türden bir değişim dönüşümden bahsetmiyoruz. Cumhur İttifakı’nın gitmesinden, Millet İttifakı’nın gelmesinden, MÜSİAD’a karşı TÜSİAD’dan, birinin mafyasına karşı öbürünün çetesinden vs. medet ummuyoruz. Biz sermayenin orman kanunlarının karşısına sınıf mücadelesinin kanunlarıyla çıkacak olan işçi sınıfının iş, aş, hürriyet için yükselen mücadelesinden bahsediyoruz. Bu mücadele büyümeli, miting, yürüyüş, işgal, grev, direniş ve her türlü sınıf mücadelesiyle emekçi halk birleşmelidir! Sokakta da, işyerinde de, sandıkta da emekçi halkın sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız siyaseti kurulmalıdır. Memleketin başına diktatör seçmekle, istibdadın zincirlediği meclise figüran göndermekle değil, orman kanununa son verecek devrimci bir seferberlikle zincirsiz bir Kurucu Meclis’le hürriyete yürünecektir!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2022 tarihli 155. sayısında yayınlanmıştır.