15-16 Haziran işçi ayaklanmasının 51. yıldönümü: Yeni 15-16 Haziranlar için örgütlenmeye!
15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmasının 51. yıldönümünü yaşıyoruz. Metal işçileri öncülüğünde sendika-konfederasyon ayrımı gütmeksizin yüz binlerce işçinin birleşerek sermayeye ve onun partilerine karşı tek vücut olduğu bu ayaklanma, Türkiye işçi sınıfının en kudretli hareketi olmasının yanı sıra çıkarılması gereken çok önemli dersleri de içinde barındırıyor. Ayaklanmaya giden yolu hazırlamış olan mücadeleci sınıf sendikacılığı anlayışının günümüzde yeniden hâkim kılınması bakımından Türkiye işçi hareketi tarihinde bir kilometre taşını oluşturan 15-16 Haziran’ı anlamak büyük önem taşıyor.
1960’ların parolası: işgal, grev, direniş!
1960’lı yıllar birbiri ardına patlak veren grev ve eylemleriyle, işçi sınıfının fabrika ve meydanlarda yükselen mücadelesinin yıllarıydı. İşçi sınıfı, Kavel’den Paşabahçe’ye işyeri işyeri örgütlenerek yumruğunu masaya vurarak haklarını kazanıyor, patronlar karşısında mücadeleci bir anlayışı hayata geçiriyordu. İşçilerin patronlar karşısında iradesini ezdirmeyerek istediğini alana dek mücadele etmekteki ısrarı, Türk-İş sendikasının uzlaşmacı yöneticileri karşısında sınıf sendikacılığını tabandan hayata geçiren DİSK’in kuruluşuna zemin hazırlamıştı. İşçi sınıfı artık patronların karşı hamlelerine işgalle, grevle, direnişle karşılık veriyordu.
1960’ların bitimine doğru doruk noktasına ulaşan işçi mücadeleleri karşısında AP ve CHP’si ile dönemin tüm düzen partileri, bir olup DİSK’i çalışmaz hale getirmek için AP tarafından meclise sunulan 1317 sayılı yasayı meclisten geçirdi. Buna göre bir konfederasyon kurulabilmesi ülke çapında kayıtlı çalışan tüm işçilerin üçte birini örgütlemesi koşuluna bağlanırken, sendikaların faaliyet gösterebilmesi ise o işkolundaki işçilerin üçte birini örgütlemesi ile mümkün olacaktı. Dönemin bir bakanının ağzından açıkça “DİSK’in çanına ot tıkamak” amacıyla getirilen bu yasa ile henüz yeni doğan DİSK’in, daha önemlisi DİSK’in temellerini atan sınıf sendikacılığının boğulması, Türk-İş yöneticilerinin patronla uzlaşmacı Amerikan sendikacılığı anlayışının ülke genelinde hâkim kılınması hedefleniyordu.
Düzen partilerinin birliğine karşı işçi sınıfının birliği
Ne var ki düzen partilerinin işçi sınıfına karşı birleşmesi, konfederasyon ayrımı gözetmeden yüz binlerce işçinin birlikte hareket etmesi ve İstanbul-İzmit hattının işçi sınıfının hâkimiyetine geçmesi ile sonuçlandı. Geçirilen yasanın anayasaya aykırı olduğundan bahisle işyerlerinde direniş komiteleri kuran DİSK, günler öncesinden örgütlü olduğu tüm işyerlerinde hazırlıklara başladı. Maden-İş sendikası öncülüğünde tüm işyerlerinde eylem planları oluşturuldu, İstanbul’da ayrı noktalardan başlayacak ve merkeze doğru birleşecek yürüyüşler planlandı. 14 Haziran’a gelindiğinde tüm fabrika temsilcilerinin katılımıyla düzenlenen toplantıda ertesi gün gerçekleşecek eylemler en ince ayrıntısına kadar ayarlanmıştı.
15 Haziran’da DİSK’in örgütlü olduğu tüm işyerlerinde planlandığı gibi iş bırakma eylemleri gerçekleştirilirken, 115 işyerinden 70 bin işçi İstanbul, Gebze ve İzmit’te yürüyüşe geçiyordu. 16 Haziran’a gelindiğinde ise bu sayı 150 bine çıkmış, eylemlerse nitelik değiştirmişti. Yasanın esasen gelişen işçi hareketine bir saldırı olduğu bilinciyle Türk-İş’in tabanından işçilerin de katılımı ile 16 Haziran’da işçi sınıfı, kente adeta egemen oldu. Şehir merkezlerine ulaşan işçilerin karşısına kurulan barikatlar işçiler tarafından aşıldı, kaymakamlık binası ve kent meydanları fethedildi, Bağdat Caddesi’ne bayrak asılarak burjuvalara bir selam gönderildi. Fabrika patronlarını yurtdışına kaçacak kadar korkutan bu görkemli ayaklanma, patronlara kaçabilmek için işçi tulumu giydirmesi, sonraki yıllarda fabrika patronlarını simalarını saklamaya itmesi ile Türkiye işçi hareketinin doruk noktasıdır.
Yeni 15-16 Haziranların yolu
15-16 Haziran sadece yasanın iptalini sağlamamış; aynı zamanda işçi sınıfı yalnız kendi gücü ve örgütlülüğüne güvenerek hareket ettiğinde nelere kadir olduğunu tüm ülkeye göstermiştir. 15-16 Haziran’ı takip eden yıllarda işçi sınıfı siyasete ağırlığını koydu ve işçi sınıfını siyasetin ana aktörü haline getirdi. Bununla birlikte 15-16 Haziran’a bakıldığında birtakım derslerin çıkarılması, gelecekte tekrarlanacak büyük işçi hareketlerinin seyri açısından hayatidir. Bu nitelikteki bir işçi hareketini gerçekleştiren, iki gün boyunca İstanbul-İzmit hattı üzerinden ülkeyi sarsan işçi sınıfı, sendika yöneticileri eliyle yatıştırılarak geri çekildi. Dönemin DİSK’i patronla iyi geçinme siyasetiyle, günümüz konferanslarında dillendirilen “sosyal diyalog” ile değil, işçi sınıfının tabandan örgütlü gücü ile hareket eden, sınıfın iradesini Ankara’da ezdirmeyen bir DİSK’ti. Bununla birlikte işçi sınıfının birkaç gün içerisinde dalga dalga büyüyen ayaklanmasına karşı DİSK yönetimi, en ileri sendikacılık anlayışına sahip olduğu döneminde dahi siyasetinin sınırlarını göstermişti. Sınıfın içerisinde dallanıp budaklanan bir devrimci partinin yokluğu, sendika yönetiminin işçi hareketini dizginleyebilmesine ortam hazırlamıştı.
Bugün yeni 15-16 Haziranlar yaratmanın yolu, sınıf sendikacılığını tabandan işçi denetimi vasıtasıyla egemen kılmaktan geçiyor. 15-16 Haziranları nihayete erdirebilmek ise ancak işçi sınıfının devrimci partisini sınıf içerisinde inşa etmekle mümkün.