Çin devrimi 70 yaşında
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) önderliğindeki Çin devriminin zaferinin ürünü olan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) tam 70 yıl önce, 1 Ekim 1949’da kuruldu. 1949 Çin devrimi zaferiyle ve yenilgisiyle, ders çıkarmasını bilen için 21. yüzyılın devrimlerine ışık tutmaktadır. Bu nedenle, 70. yıldönümü vesilesiyle devrimin tarihsel arka planını, sınıfsal karakterini, hedeflerini, kazanımlarını ve yenilgisini hatırlatmak gerekiyor.
Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) önderliğindeki Çin devriminin zaferinin ürünü olan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) tam 70 yıl önce, 1 Ekim 1949’da kuruldu. Bu nedenle, ÇHC’nin kuruluşunu kutlamak, devrimin zaferini kutlamak anlamına geliyor. Ancak Çin’de düzenlenen yıl dönümü kutlamaları uzun süredir milliyetçi gösterilerden ibaret kalıyor. Yapılan görkemli törenlerde ülkenin ekonomik ve askeri alanlardaki kazanımları ve ÇKP önderliği altında milli birliğin sürdürülmesi gerekliliği vurgulanıyor. Çin devriminin sınıfsal karakteri, toplumsal ve politik hedefleri ve bugünkü Çin’in bunlarla herhangi bir ilgisi olup olmadığı gibi can alıcı konulara ise (birkaç süslü ve içi boş cümle haricinde) değinilmiyor. Ülkeyi yöneten partiye ismini veren komünizm (yani sınıfsız ve devletsiz bir dünya) hedefine bir adım bile yaklaşılmadığı, tersine, Çin’in 1978’den itibaren adım adım kapitalistleştiği, bu süreçte parti bürokrasisinin burjuvaziye dönüştüğü ve sınıfsal eşitsizliklerin derinleştiği gibi gerçeklerden söz edilmiyor. Bunun yerine, devrimin hedeflerinden giderek uzaklaşıldığı gerçeğini gizlemek ve sözde komünist özde burjuva partisini meşrulaştırmak için uydurulan “Çin tipi sosyalizm” sloganı popülerleştirilmeye çalışılıyor. Bu nedenle, 70. yıl dönümü vesilesiyle devrimin tarihsel arka planını, sınıfsal karakterini, hedeflerini, kazanımlarını ve yenilgisini hatırlatmak gerekiyor.
Lev Trotskiy 1929’da yayımlanan Sürekli Devrim başlıklı eserinde kuramını azgelişmiş, yarı-sömürge ve sömürge ülkeleri kapsayacak biçimde genelleştirmişti. Çin Devrimi bu yaklaşımı parlak biçimde doğrulamıştır. Emperyalizm çağında bu tür ülkelerde burjuvazinin, demokratik devrimin görevlerini yerine getirmekten aciz olduğunu, yoksul köylülüğün aktif desteğini alarak iktidara yerleşen proletaryanın demokratik ve sosyalist devrimlerinin görevlerini kesintisiz olarak yerine getirmesinin, yani “sürekli devrim”in en gerçekçi siyasi strateji olduğunu kanıtlamıştır. Sürekli devrim kuramı devrimin yalnızca 1949’daki zaferi ile değil, sonrasındaki zaafları ve nihai yenilgisi tarafından da doğrulanmıştır. Trotskiy devrimlerin ulusal ölçekteki kazanımlarının ancak dünya devrimi ile korunabileceğini saptamış; işçi devletlerinin izolasyonunun milli komünizme değil, kapitalist restorasyona götüreceğini öngörmüştü. ÇKP bürokrasisi evvela işçi devletine hâkim olmuş, çok geçmeden yalıtılmışlığın ve ekonomik geriliğin basıncı altında kapitalist restorasyona yönelmiştir. Bu kısa yazıda yalnızca 1949’a değin yaşananları ele alacağız. Mao dönemini ve 1978 sonrasındaki kapitalist restorasyonu daha önce Devrimci Marksizm’de ele aldık;[1] gelecekte de incelemeyi sürdüreceğiz.
Birinci Çin devrimi (1911)
Çin iki bin yılı aşkın süre zarfında birbirini izleyen hanedanlar tarafından yönetilmişti. Her yeni hanedan evvela yerel elitleri disipline ediyor, halkı seferber ederek tarım ve ulaşım altyapısını geliştiriyor ve tarımsal artığı nispeten etkin biçimde vergilendirerek güçlü bir merkezi yönetim oluşturuyordu. Bu yükseliş dönemlerini; yerel elitlerin merkezi devlet karşısında özerkleştiği, altyapı projelerinin ve üretimin durakladığı, merkezi yönetimin vergi gelirlerinin, dolayısıyla askeri gücünün azaldığı gerileme dönemleri izliyordu. Gerileme dönemlerinde patlak veren köylü isyanları (bir bölümü proto-komünist nitelik taşısa da) işbaşındaki hanedanı devirip yeni bir hanedanı başa geçirmenin ötesine geçmiyordu. Kapitalizmin yükselişi, sömürgeciliğin yaygınlaşması ve burjuva devrimleri çağının açılması, Çin’in hanedanlık çevrimlerinin kırılmasına neden oldu. 1644’te kurulan Çing hanedanı, 18. yüzyılın sonunda gerilerken yalnızca köylü isyanlarıyla sarsılmakla kalmadı; Birinci Afyon Savaşı’nda (1839-1842) Britanya emperyalizmi tarafından ağır bir yenilgiye de uğratıldı. Bu yenilgiyi başka yenilgiler ve her seferinde daha fazla ağırlaşan savaş tazminatları izledi. Britanya, Fransa ve Portekiz gibi eski sömürge imparatorluklarının haricinde, emperyalist rekabette öne çıkmaya çabalayan ABD, Almanya ve Japonya da Çin’de kendi bölgelerini kurdular. Mali bağımsızlığını yitiren, vergi gelirleri azalan, savaş tazminatlarıyla bunalan Çing hanedanlığının doğrudan sömürgeleşmeyen bölgeler üzerindeki kontrolü de giderek zayıfladı. Tarımsal altyapı aşındı, üretim durakladı ve halk yoksullaştı. Hanedanın sömürgeleşmeyi durduramaması ve emperyalistlere sürekli taviz vermesi de halkın öfkesini artırdı. Bu öfkenin ürünü olan Tayping (1850-1864) ve Boksör (1899-1901) köylü isyanları ülkenin geniş bölgelerini etkisi altına aldı. Çing hanedanı, bu isyanları güçlükle (ve ancak emperyalistlerin askeri desteğini aldıktan sonra) bastırabildi.
Ulusal bağımsızlığı kazanmak, fakirlikten ve azgelişmişlikten kurtulmak için halkın seferberliğinin şart olduğu, bunun da hanedanlık yönetiminden kurtulmayı, cumhuriyet rejimine geçmeyi gerektirdiği fikri; bu dönemde Çinli öğrenciler, askerler, yazarlar ve sanatçılar arasında hızla yaygınlaştı. Çin’in cılız yerli burjuvazisinin bir bölümü de bu fikri destekliyordu. Asya’nın batısında önce Jön Türkler, ardından İttihat ve Terakki Partisi burjuva devriminin önderliğini yaparken, kıtanın doğu ucundaki Çin’de Çin’i Diriltme Topluluğu ve Çin Birleşik Ligası gibi benzer nitelikli örgütler kuruldu. Kısacası, emperyalizm ve burjuva devrimleri çağında Çing hanedanının yerini bir başka hanedana bırakmasıyla Çin’in kurtuluşu mümkün değildi. Osmanlı’daki Hürriyet Devrimi’nden üç yıl sonra, 1911’de Çing hanedanlığı yıkıldı, 1912’de Çin Cumhuriyeti kuruldu. Çin burjuvazisinin en güçlü siyasi temsilcisi olan Guomindang (Milliyetçi Parti) da 1912’de kuruldu.
Ancak diğer sömürge ve yarı-sömürge ülkelere benzer biçimde, Çin’de gerçekleşen burjuva devrimi en temel görevlerini yerine getirmekten aciz durumdaydı. Çin burjuvazisi ekonomik ve siyasi zayıflığı nedeniyle toprak ağalarının desteğine muhtaçtı. Bu nedenle, Guomindang en önemli vaatlerinden biri olan toprak reformunu yapamadı. Yeni serpilmekte olan büyük kentlerdeki sanayi proletaryasının talepleri de genellikle şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Guomindang, halkın temel ekonomik taleplerini gerçekleştiremediği için emperyalizme karşı güçlü bir ulusal seferberlik örgütleyemedi. Japonya’nın ülkenin tamamını işgale yöneldiği 1937’den sonra Çin, yarı-sömürgeden tam sömürgeye dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Guomindang’ın otoritesi, emperyalistlerin kontrolünde olmayan bölgelerde bile zayıftı. Geniş alanlar savaş ağaları tarafından yönetiliyordu. Bu koşullarda üretim altyapısının, sağlık ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi de mümkün değildi. Kısacası, Çin’in ağırlaşan sorunlarının burjuva iktidarı tarafından çözülemeyeceği gün geçtikçe netleşti.
İkinci Çin devrimi (1927)
Burjuvazinin başarısızlığı proletaryayı, yoksul köylülüğü ve aydınları giderek radikalleştirdi. Önce anarşizm, ardından Marksizm popülerleşti. Ekim devriminin zaferi (1917) ve Komünist Enternasyonal’in kuruluşu (1919) Çin’deki radikalleşmeye yön verdi. Pek çok Çinli militan İç Savaş (1918-1922) döneminde Lev Trotskiy’in komuta ettiği Kızıl Ordu saflarında savaştı. Komintern, emperyalizmin boyunduruğu altındaki ülkelerde komünist partilerin kurulmasını acil bir görev olarak saptamıştı. Türkiye Komünist Partisi’nin 10 Eylül 1920’de Bakü’de kurulmasından kısa süre sonra, Çin Komünist Partisi kuruluş kongresini 1 Temmuz 1921’de Şanghay’da topladı. TKP’nin programına benzer biçimde, ÇKP’nin programı dünya devrimini temel hedef olarak saptıyordu. Proletaryanın, yoksul köylülerin aktif desteğiyle iktidarı ele geçirdikten sonra burjuva demokratik ve sosyalist devrimlerin görevlerini kesintisiz olarak yerine getirmesi, yani sürekli devrim ana strateji olarak benimsenmişti. 1924’te anti-emperyalist birleşik cephe kuruldu. ÇKP birleşik cephe içinde tamamen edilgen olmasa da bağımsız bir konumda da değildi. Guomindang birleşik cephenin çatı örgütü konumundaydı. ÇKP üyeleri ve taraftarları özellikle askeri konularda Guomindang hiyerarşisine bağlı olarak hareket ediyorlardı. Cephenin öncelikli hedefi ülkenin güneyinden kuzeyine doğru büyük bir askerî harekât yaparak ulusal birliğe zarar veren savaş ağalarını ortadan kaldırmaktı. Bu aşamadan sonra ulusal birliğin pekişmesi ve emperyalist ülkelere kaptırılan toprakların geri alınması planlanıyordu. ÇKP ve Guomindang üyesi 1.600 Çinli öğrenci, Komintern’in kurduğu Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV) ve Sun Yat-sen Çin Emekçi Üniversitesi’nde 1920’li ve 1930’lu yıllarda eğitim aldı.
Giderek ağırlaşan ekonomik ve siyasi kriz ile Ekim devriminin ve Komintern’in artan prestiji ÇKP’nin hızla güçlenmesini sağladı. Birleşik cephenin kurulmasından sonra parti hızla güçlendi. Mart 1925’te 1.000’den az üyesi olan ÇKP, 1927’nin ilkbaharında 57.000 üyeye sahipti. Parti Şanghay ve Guangzhou (Kanton) kentlerindeki sanayi proletaryası içinde çok örgütlüydü. Dahası, Guomindang sol ve sağ kanatlara bölünmeye başlamıştı ve partinin pek çok üyesi komünizme sempati duyuyordu. Bu durum, Çin burjuvazisi ve toprak ağalarında büyük bir panik yarattı.
1920’lerin ikinci yarısında Sovyetler Birliği’nde Stalinist bürokrasinin iktidara gelmesi ve Komintern’in Stalinist-Menşevik doğrultuda dönüşümünün başlaması, Çin’deki devrimci fırsatların kaçırılmasına neden oldu. Trotskiy’in Guomindang’ın birleşik cephenin çatı örgütü özelliğinden (ve Guomindang komutanlarının askeri hiyerarşideki hâkim konumundan) faydalanarak ilk fırsatta ÇKP kadrolarına saldıracağı yönündeki ısrarlı uyarıları görmezden gelindi ve ÇKP’ye birleşik cephe içinde edilgen bir konum alması için baskı yapıldı. Bu durum, parti tabanı ile önderliği arasında uyumsuzluk yarattı. Tabandaki işçiler başta Şanghay olmak üzere büyük kentlerde yönetimi ele almak için harekete geçerken önderlik yalpaladı, somut bir iktidar stratejisi ortaya koymak şöyle dursun, ciddi bir savunma politikası bile geliştiremedi. Guomindang’ın sağ kanadının lideri Çan Kay-Şek (Jiang Jieşı) 1926’da Kanton’da darbe yaparak komünistleri ve Guomindang’ın sol kanadını ordunun komuta kademesinden ve önemli birimlerinden tasfiye etti. Bu aşamada Şanghay proletaryası kentin kontrolünü eline almak için adımlar atmaya başladı. ÇKP önderliğinin ataletinden faydalanan Çan Kay-Şek, Nisan 1927’de ordu birlikleri ve paramiliter çeteleri seferber ederek binlerce komünist işçiyi katletti. Şanghay katliamını izlemekle yetinen Komintern, olayın ertesinde tam ters bir uca savruldu. ÇKP liderlerinin itirazlarına kulak tıkayarak Kanton’da yeterince hazırlık yapılmadan, alelacele bir ayaklanma örgütleme kararını dayattı. Aralık 1927’deki ayaklanma kısa sürede yenilgiye uğradı. Şanghay’da olduğu gibi, başta sanayi proletaryası içindekiler olmak üzere binlerce komünist kadronun ve sempatizanın katliyle sonuçlandı.
Üçüncü Çin devrimi (1949)
ÇKP, 1927 devriminin yenilgisi ile büyük yara almasına rağmen kısa süre içinde düştüğü yerden kalkmayı bildi. Şanghay ve Kanton’daki katliamlardan canını kurtarabilen kadrolar Fujian, Guangdong, Henan (Hınan), Hunan ve Jiangxi (Jiangşi) gibi orta ve güney bölgelerinin kırsal (ve özellikle de dağlık) alanlarında yeniden toplanmaya başladılar. ÇKP kuruluşundan itibaren nüfusun %90’ını oluşturan köylülük içinde örgütlenmenin önemini saptamış ve bu doğrultuda önemli adımlar atmıştı. Ancak büyük kentlerdeki komünist örgütlenmelerin aniden ezilmesi, köylülüğün devrimdeki rolünü çok daha acil bir meseleye dönüştürdü. ÇKP liderlerinden Mao Zedong ilk köylü sovyetini Hunan ve Jiangxi eyaletlerinin sınırındaki Jinggang Dağları’nda Ekim 1927’de kurdu. Guomindang saldırılarından sonra çekildiği (“Gannan” kısaltmasıyla bilinen) Jiangxi’nin güneyinde “Merkezi Sovyet”i inşa etti. Gannan haricindeki çok sayıda dağlık bölgede de daha küçük ölçekli sovyetler ile kızıl ordu ve gerilla birlikleri bulunuyordu.
Guomindang’ın Gannan’a yönelik askeri harekatlarının yoğunlaşmasından sonra bu bölgeden ülkenin kuzeybatısına doğru kitlesel bir geri çekilme kararı alındı. Eylül-Ekim 1934’te başlayan ve bir yıl sonra, Ekim 1935’te Yanan bölgesinde sona eren “Uzun Yürüyüş” sırasında önemli bölümü dağlık alan olmak üzere yaklaşık 10.000 kilometrelik mesafe bazen at sırtında, bazen yürüyerek katedildi. Uzun yürüyüşe 86.000 kişi katıldı. Yürüyüşçülerin 20.000’den fazlası sivil kadrolardan, gerisi askeri birliklerinden oluşuyordu. Yürüyüşçülerin yaklaşık %90’ı açlık, hastalık, Guomindang birliklerinin ve yerel çetelerin saldırıları neticesinde yaşamını yitirdi. Uzun Yürüyüş devam ederken, Ocak 1935’te toplanan Zunyi Konferansı’nda önde gelen ÇKP liderlerinden Zhou Enlai (Co Anlay) Mao’ya destek verdi. Doğrudan Moskova’nın kontrolünde bulunan liderlerin aksi yöndeki çabalarına rağmen Zunyi’den sonra Mao’nun önderliği hızla sağlamlaştı. Yanan’a ulaşan kadrolar, sabırlı bir mücadeleyle adım adım yeniden örgütlendiler. ÇKP’nin kontrolündeki “kurtarılmış bölgeler” genişledi. Japon işgalinin sona erdiği ve ÇKP ile Guomindang arasındaki iç savaşın başladığı 1945 yılı itibariyle ülkenin kuzeyindeki kurtarılmış bölgelerde yaklaşık 100 milyon insan yaşıyordu. İç savaşın sonunda Kızıl Ordu’nun toplam asker sayısı 1.3 milyona, milis sayısı ise 2.6 milyona yükselmişti. Kurtarılmış bölgelerde yaşayan milyonlarca insanın katıldığı üretim seferberliği sayesinde böylesine büyük bir ordunun gıda ve teçhizat ihtiyacı karşılanıyordu.
Uzun Yürüyüş’ün dünya devrim tarihinin en kahramanca sayfalarından biri olduğu ve Çin Devrimi’nin zaferini hazırladığı açıktır. Ancak ÇKP’nin merkezi kararı doğrultusunda bulundukları bölgeleri terk etmeyen, Uzun Yürüyüş’e katılmayan komünistlerin mücadelesi de en az Uzun Yürüyüş kadar kahramancadır. Orta ve güney eyaletlerindeki 13 ayrı dağlık bölgede üslenen yaklaşık 45.000 komünist açlıkla, hastalıkla boğuşarak ve çoğu zaman birbirinden izole biçimde de olsa Guomindang’a karşı gerilla savaşını sürdürmüş, böylelikle Uzun Yürüyüş’ün devam etmesini sağlamıştır. Japonya’nın 1937’deki saldırısının ertesinde bu birlikler birleşerek Yeni Dördüncü Ordu’yu kurmuştur. 1945 yılında bu ordu 300.000 askere sahipti ve ülkenin orta bölgelerini kontrol ediyordu.
Uzun Yürüyüş sonrasındaki kritik eşiklerden biri Japon işgaline karşı ÇKP ile Guomindang’ın 1937’de ikinci birleşik cepheyi kurmasıdır. 1924-1927 aralığındaki birinci birleşik cephe gibi, ikinci birleşik cephe de kısa ömürlü olmuş, 1941’de sona ermiştir. Komünistler ve Guomindang, “Ulusal Devrimci Ordu” çatısı altında Japonya’ya karşı savaşmıştır. Ancak 1927’nin derslerini çıkaran ÇKP, Guomindang komutanlarının emrine girmemiş, savaşa tamamen kendi komutasında bulunan kuzeydeki 8. Ordu ve orta bölgelerdeki 4. Ordu ile katılmıştır (bu iki ordu 1945’te birleşerek “Halk Kurtuluş Ordusu” adını almıştır). Cephenin en önemli faydası ÇKP’nin emperyalist işgale karşı savaşın en kararlı ve disiplinli gücü olduğunu Çin halkının nazarında bir kez daha ispatlamasıdır. Bu süreçte kitle desteğini ve savaş tecrübesini artıran ÇKP, 1945-1949 sonrasındaki iç savaşta Guomindang’ı kesin bir yenilgiye uğratmıştır. Mao Zedong, 1 Ekim 1949’da Pekin’de halka hitaben yaptığı konuşmada devrimin zaferini ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etmiştir.
Çin devriminin dersleri
Devrimci Marksistlerin Çin devriminden çıkarması gereken önemli dersler var. İlk ders başarılı bir sosyalist devrimin ön koşulunun çelik disiplinli bir parti olmasıdır. ÇKP, istisnai dönemler haricinde parti içi demokrasiye sahip olmamıştır. Bu nedenle, “demokratik merkeziyetçilik” ilkesine dayanan Leninist parti modeline uymaz. Ancak alınan kararların sıkı bir disiplinle uygulanması ve parti üyelerinin fedakârca çalışmasının kural olması bakımından ÇKP’nin başarısı Leninist parti kuramının çarpıcı bir doğrulamasıdır. 21. yüzyılda sosyalist devrime önderlik yapmayı samimiyetle hedefleyen partiler, gevşek örgütlenmeyi salık veren liberal yaklaşımları reddetmek, ÇKP üyelerinin fedakârlığını ve disiplinini örnek almak zorundadır.
İkinci ders parti önderliğinin esnek ve yaratıcı olmasının zorunluluğudur. Örneğin Uzun Yürüyüş gibi çok radikal ve riskli bir kararı alabilmek ciddi yaratıcılık gerektirir. Mao ve diğer ÇKP önderleri, Stalinizmden kopmamış ve pek çok taktik hata yapmıştır. Ancak öteki komünist partilerinin çoğunluğundan farklı olarak, Komintern’e kölece bağlanmayı reddetmiştir. Mao, Sovyetler Birliği’nden maddi ve askeri destek alabilmek için resmi çizgiye destek açıklamaları yapmış, ancak Komintern’in baskısına direnmiş, partinin 1927’de olduğu gibi edilgen ve savunmasız bir konuma düşmesine izin vermemiştir. 1937-1941 aralığındaki ikinci birleşik cephe sırasında parti askeri varlığını korumuş ve Guomindang’a karşı daima tetikte olmuştur. 1927 katliamına rağmen ÇKP önderliğinin Guomindang ile ikinci kez birleşik cephe kurmaktan imtina etmemesi de önemlidir. Parti önderliği, 1927 katliamını gerekçe göstererek ittifak kurmayı pekâlâ reddedebilirdi. Böyle bir tutum kadroları duygusal olarak tatmin edebilirdi fakat siyasi bakımdan zararlı olurdu. Başta Guomindang’ın kontrol ettiği bölgelerde yaşayanlar olmak üzere geniş kitlelerin nazarında partiyi Japon işgaline karşı duyarsız ve pasif bir konumda gösterirdi. Mao önderliği, yaşadığı acı deneyime rağmen duygusal davranmamış, politik esneklik göstererek ikinci birleşik cepheye katılmıştır. Bu sayede ÇKP’nin anti-emperyalist tutumunu geniş kitleler nezdinde güçlü biçimde ispatlamıştır. Japon işgaline karşı verdiği askeri mücadele ÇKP’nin kitle desteğini artırmış, Guomindang’ın altını oymuştur.
Üçüncü ders, azgelişmiş ülkelerde köylülüğün desteğinin sosyalist devrim bakımından muazzam önemidir. Kent proletaryasının nispeten zayıf olduğu, geniş köylü yığınlarının bulunduğu ülkelerde yalnızca kent proletaryası üzerine inşa edilmiş taktiklerle devrimi başarıya ulaştırmak mümkün değildir. 1917’de merkezi iktidarı ele geçiren Bolşevikler, 1918-1922 aralığındaki iç savaşı köylülüğü seferber edebilmeleri sayesinde kazanmıştır. ÇKP 1927’deki yenilgisinden sonra başta toprak reformu olmak üzere bir dizi önemli talebi yükselterek, farklı kırsal örgütlenme biçimleri yaratarak yoksul ve orta köylülüğü adım adım saflarına çekmiştir. Bu dönemde pek çok yoksul köylü eşkıyalık ve çetecilik yapıyordu. Mao, bu çeteleri iflah olmaz unsurlar olarak görmemiş, onları kazanmaya yönelmiştir. 1927 sonrasında pek çok çete kitlesel olarak ÇKP’ye ve Kızıl Ordu’ya katılmıştır. Bu örnek, köylülüğün ve örgütsel yaratıcılığın önemine işaret eder. Günümüzde özellikle Güney Asya ve Afrika’da köylülük (eskisi kadar olmasa da) hâlâ çok önemlidir. Bu bölgelere ilişkin saptanacak devrimci Marksist politika Çin devriminden öğrenmek zorundadır. Bu elbette 1920’lerin deneyimini kopyalamak anlamına gelmez. Günümüzde en zayıf devletlerin elindeki askeri olanaklar dahi gerilla savaşı yoluyla merkezi iktidarı ele geçirmeyi son derece güçleştirmiştir. En baştan ayrı bir ordu kurup iç savaşa tutuşmaktan ziyade, Bolşeviklerin kullandığı “asker sovyetleri” yönteminin güncel koşullara uygun bir versiyonu devrimci ayaklanmaların askeri güçle bastırılmasını engelleyebilmek için daha uygun bir yöntemdir.
Nihayet, (yakın geçmişe kadar moda olan) “küreselleşme” efsanesinin aksine, emperyalizm çağının kapanmadığı ve ulusal sorunun yakıcılığını koruduğu günümüzde komünist politika ulusal sorunu görmezden gelemez. Tıpkı ÇKP’nin 1945’e kadar yaptığı gibi, işgal altındaki ülkelerin komünistleri bugün de milli mücadelenin en disiplinli öznesi olmak ve önderliğini ele geçirmek zorundadır.
[1] Söz konusu yazılara aşağıdaki linklerden ulaşılabilir:
http://www.devrimcimarksizm.net/tr/sayi/devrimci-marksizm-10-11;
http://www.devrimcimarksizm.net/tr/sayi/devrimci-marksizm-13-14;
http://www.devrimcimarksizm.net/tr/sayi/devrimci-marksizm-28-29