Lenin yazıları (3): Lenin karşısında Trotskiy ve “Trotskistler”
Gerçek sitesinde dün Devrimci İşçi Partisi’nin Trotskiy’in Stalin’in bir ajanı tarafından öldürülmesinin 80. yıldönümünde yayınlanmış olan bildirisi tekrar yayınlandı. Bildirinin özü şöyle ifade edilebilir: Trotskist hareket hem geçmişte hem de günümüzde Lenin’in fikirlerine, pratiğine, mirasına yeterince sahip çıkmamıştır ve çıkmıyor. Oysa Trotskiy IV. Enternasyonal’i Lenin’in, Ekim devriminin, Komünist Enternasyonal’in (Komintern’in) mirasını koruyarak uluslararası proletaryanın öncüsünü yeniden devrimin barikatlarına örgütlü olarak taşımak amacıyla kurmuştu. Onun sadık izleyicisi olduğunu ileri süren Trotskist akımların hemen hemen hiçbiri korunması gereken mirasın, en başta Lenin’in ve Komintern’in mirası olduğunun artık sözünü bile etmiyor.
Aradan üç seneden fazla zaman geçti. O bildiride yazmadığımız bazı şeylerin de yazılması gerektiğini anlıyoruz çünkü durum her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Nasıl mı daha kötüye gidiyor? İki yalın örnek verelim. Birincisi, DİP’in bildirisi dediğimiz gibi uluslararası proletaryanın büyük önderlerinden Trotskiy’in ölümünün 80. yıldönümünde yazılmıştı. Şimdi 20. yüzyılın öteki büyük devrimci önderi ve Trotskiy’in de devrimci ustası Lenin’in ölümünün 100. yıldönümünü yaşıyoruz. Devrimci İşçi Partisi ta Ekim ayında 7. Kongresi’nde kabul edilen bir bildiriyle sadece ölümünün 100. yıldönümü vesilesiyle Lenin’i anmayı kararlaştırmadı, 2024’ü “Lenin Yılı” ilan etti. Bütün yıl boyunca dergileri, çeşitli yayınları, toplantıları, eğitim programları aracılığıyla Lenin’in mirasını gündeme getirecek, bu mirasın nasıl geleceğin komünist devrimi için hayati önem taşıdığını yeni işçi ve gençlik kuşaklarına aktaracak. DİP’in yöneticilerinden olduğu Hristo Rakovski Uluslararası Sosyalist Merkezi ve RedMed birlikte Lenin’in ölümünün 100. yıldönümü olan 21 Ocak 2024 günü batıda Latin Amerika’dan doğuda Avustralya’ya, kuzeyde Finlandiya’dan güneyde Güney Afrika’ya uzanan bir katılımcılar listesiyle “100. Ölüm Yıldönümünde Lenin’in Mirası” başlıklı bir uluslararası konferans düzenledi.
Yoldaşlarımız araştırdılar, dünya çapında kendine Trotskist adını uygun gören herhangi bir başka odağın Lenin’i, ölümünün 100. yıldönümünde anmaya değer verdiğini gösteren herhangi bir etkinliğin duyurusuna rastlayamadılar. ABD’de Trotskizm’den 1950’li yıllarda bütünüyle kopmuş olan, buna rağmen enternasyonalist içgüdüsünü tam anlamıyla terk etmemiş, kendine özgü bir güzergâhta yol almış Workers World Party (İşçi Dünyası Partisi) bir konferans düzenledi. Trotskist olmayan bazı hareketlerden örnek verecek olursak, Rusya’da başta bizimle birlikte Rakovski üyesi olan OKP’nin (Birleşik Komünist Parti), hep diyalog içinde olduğu RKRP (Rusya Komünist İşçi Partisi) ile birlikte Moskova’da bir konferans düzenlediğini biliyoruz. Daha akademik ya da teorik düzeyde, Barcelona’da bir Lenin konferansı, Historical Materialism dergisi çevresinde bir Lenin paneller ve konuşmalar dizisi düzenlendiğini keşfetmiş bulunuyoruz. Türkiye’de tek bir çevrenin konferans düzenlediğini öğrendik. Ama dünya çapında Rakovski Merkezi/RedMed dışında başka hiçbir Trotskist (ya da bizim tercih ettiğimiz adlandırma ile devrimci Marksist) odak Lenin’i 100. yıldönümünde anmaya değer bulmamış!
Şimdi, aralarında son dönemin atmosferinden etkilenmiş iyi niyetli bazı unsurlar da olabilecek bir grup insan, “aman efendim, neden bu Lenin fetişizmi? Önemli olan fikirler ve programlardır, ideolojidir, tarihî şahsiyetleri yüceltmek yanlıştır” falan türünden şeyler mırıldanabilir. Bir kere, biz geçmişi fetişleştirmek için değil, geleceğin devriminin dünya devrimi olarak programını ve stratejisini gündeme getirmek için anıyoruz Lenin’i. Bunu bütün yazdıklarımız gösteriyor. Ayrıca onlara, Trotskist iseler, her 20 Ağustos’ta Trotskiy’in ölümünü andıklarını, Trotskist değillerse, Marx’ın 200. yıldönümünü daha beş yıl önce bütün hareket ve sosyalist aydınların yüksek perdeden anmış olduğunu hatırlatmanın çok ötesine gitmemiz gerek yok. Ha, bazıları “Marx başka, Lenin başka” diyeceklerse, kendilerini ele vermekten başka bir şey yapmamış olurlar.
Lenin anmasının dünya çapındaki cılızlığı çarpıcıdır. Hiçbir başka kanıta ihtiyaç bırakmaksızın “Trotskist”lerimizin Lenin’e ne kadar değer verdiğini, daha doğrusu nasıl değer vermediğini açıkça göstermektedir.
İkinci örnek biraz daha eski. 1989-1991 arası yaşanan, Berlin Duvarı’nın çöküşü ertesinde bürokratik işçi devletlerinin kapitalist restorasyon yoluna girmesi sürecinde Trotskist hareketin politik hattından söz ediyoruz. Lenin’in Ekim devrimiyle kurulmuş Sovyet devletinin muhafazasına, dünya devriminin bir aracı olarak önemi dolayısıyla korunmasına nasıl öncelik verdiğini, Devrimci Marksizm dergisinin yeni yayınlanmış olan 56. sayısındaki yazımızda anlattık. İşin daha da acıklısı, Sovyet devletini (ve hem Lenin’den hem Trotskiy’den sonra kurulmuş olan Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki diğer bürokratik işçi devletlerini) korumak için Lenin’e geri gitmeye gerek yok. Trotskiy 1939-1940 yazılarını derleyen Marksizmi Savunurken kitabında açıkça, dünya devriminin çıkarları dışında Sovyet devletini korumanın üzerine çıkabilecek başka hiçbir amacın olamayacağını yazmıştır. Hatta devrimci Marksistlerin bizzat bürokrasiyle ortak cephe oluşturacağı durumlar bile tasavvur eder. Oysa Trotskist denen gruplar iki kampa bölünmüş, kimi Gorbaçov’u, kimi liberalleri, kimi de her ikisini birden destekleyerek kapitalizmin restorasyonuna onay vermiştir. Armağan Tulunay yoldaşımızla birlikte önce İspanyolca olarak kaleme aldığımız ve Küba’da La Comuna dergisinde yayınlanan, daha sonra Türkçeye çevrilerek Gerçek sitesinde yayınlanan “Sovyetler Birliği’nin Çöküşünde Devrimci Marksizmin Rolü: Bir Daha Asla!” başlıklı yazımızda bunu epeyce ayrıntılı olarak anlatıyoruz.
Bu sözde Trotskizmin birçok bölüğünün Bolşevik tipte parti çalışmasına on yıllardır nasıl sırtını dönmüş olduğunu anlatmak çok uzun zamanımızı alacağı için burada belirtip geçiyoruz.
“Trotskistler”e sorular (1)
DİP’in bildirisi amacını yeterli biçimde anlatıyor. Bildirinin özü şu cümle ile anlatılabilir: Trotskistler Lenin’den koptukları için (Lenin’e sonuna kadar sadık kalmış olan) Trotskiy’den de kopmuşlardır! İroni büyüktür. Lenin’e en azından kayıtsızlık, hatta uç vak’alarda husumet temelinde Trotskiy’i yüceltmek için yola çıkmış olan sözde Trotskistler, Trotskiy’in kendisinden uzaklaşmışlardır!
Bildiri bu fikri berrak biçimde ortaya koyuyor. Ancak, bildiri bir bildiri olduğu için geçmişi ayrıntılı olarak tartışamıyor, “Trotskist”lerin Lenin’e sırt çevirmekle nasıl Trotskiy’den de uzaklaştığını belgelendirmesi mümkün değil. Elinizdeki yazı bunu adım adım yapmaya başladı. Yukarıda işaret edilen olgular bizce berraktır. Ama şimdi daha asli, daha da işin özüne ilişkin kanıtlar sunacağız bu “Lenin’e sırt çevirirken Trotskiy’den de uzaklaşma” diyalektik sürecine ilişkin.
Birinci sorumuz şu: Trotskiy’in yukarıda sözü edilen Marksizmi Savunurken kitabında yayınlanmış olan bir yazısında yer alan aşağıdaki uzun pasajın kendi çalışmalarımız dışında başka Trotskistlerce vurgulandığını neden görmedik bugüne kadar?
“Bolşevik partiye katılırken Trotskiy, Leninist parti inşa yöntemlerinin doğruluğunu bütünüyle ve yürekten kabul etti. Aynı zamanda Bolşevizm’in uzlaşmaz sınıfsal eğilimi hatalı bir teşhisi düzeltmişti. 1917’de ‘sürekli devrim’ sorununu yeniden gündeme getirmediysem, bunun nedeni, gelişen olayların bu teoriyi her iki taraf için de doğrulamış olması idi. Ortak çalışmanın temeli sübjektif veya geçici bileşimler tarafından değil, proletarya devrimi tarafından oluşturuldu.”
Trotskiy bu satırları yazdıktan sonra 1912 Ağustos ayında kurulan ve nesnel sonucu Rusya’nın Marksist hareketinde anti-Bolşevik propaganda yapmak olan Ağustos Bloku’nun tartışılmasına girer:
“Bu bloğa aktif olarak katıldım. Hattâ bir anlamda bu bloğu ben kurdum. Politik olarak bütün temel sorunlarda Menşeviklerden ayrılıyordum. Aşırı-sol Bolşeviklerden, Vperyodistlerden de ayrılıyordum. Genel politik eğilim bakımından Bolşeviklere çok daha yakındım. Ancak Leninist ‘rejim’e karşıydım, çünkü, devrimci amacı gerçekleştirmek için sıkı biçimde kaynaşmış merkezi bir partinin vazgeçilmez olduğunu henüz anlamamıştım. Ve bu nedenle, partinin proleter kanadını hedef alan heterojen unsurlardan oluşan bu geçici bloğu oluşturdum.
Ağustos bloğu içinde likidatörlerin kendi hizipleri vardı. Vperyodistler de hizip benzeri bir şeye sahiptiler. Tecrit durumundaydım. Ortak düşüncelere sahip kişiler olsa da hizip yoktu. Dokümanların çoğu benim tarafımdan yazılıyordu ve ilke farklılıklarını atlamak suretiyle bunlar ‘somut politik sorunlar’ üzerine bir ittifak görüntüsü yaratmayı amaçlıyordu. Geçmiş hakkında tek bir sözcük yoktu! Lenin Ağustos bloğunu amansız bir eleştiriye tabi tuttu ve en ağır darbeleri yemek bana nasip oldu. Lenin politik olarak ne Menşevikleri ne de Vperyodistleri onaylamadığımı göz önünde tutarak, izlediğim politikanın maceracılık olduğunu ortaya koydu. Bu ağır bir eleştiriydi ama doğruydu.”
Bütün bunların sonucu olarak da şunu ifade eder:
“‘Hafifletici sebepler’ olarak belirteyim ki, görevimi, sağ veya aşırı-sol hizipleri Bolşeviklere karşı desteklemek değil, bütünüyle partiyi birleştirmek şeklinde saptamıştım. (…) İkinci hafifletici sebep şudur ki, gerçek devrimci parti olarak Bolşevizm olgusu o sıralarda ilk kez gelişiyordu – İkinci Enternasyonal pratiğinde hiçbir örnek yoktu. Ancak bu şekilde suçumu hafifletmeye çalışıyor değilim. Her ne kadar sürekli devrim anlayışı kuşkusuz doğru perspektifi göstermişse de, bu dönemde kendimi özellikle örgütsel alanda bir küçük burjuva devrimcinin özelliklerinden kurtaramamıştım. Menşevizm’e karşı uzlaşmacılık, Leninist merkeziyetçiliğe karşı kuşkucu tavır hastalığını taşıyordum.” (Vurgu bizim.)
1905 ve 1917’de Petrograd Sovyeti başkanlığı, 1917 Temmuz günlerinden sonra Lenin Finlandiya’da gizlenirken Bolşevik Parti’nin sözcülüğü, Petrograd Sovyeti’nin Kışlık Saray’ın ele geçirilmesini planlayan ve uygulayan organı Askerî Devrimci Komite’nin başkanı, devrim zafere ulaştıktan sonra önce Dışişleri Komiseri, ardından Kızıl Ordu’nun kurucusu ve başkomutanı olmuş bir devrimci bu denli cesur ve dürüst bir tavır alacak, böyle bir özeleştiri yapacak, siz bunu genç militanlarınızdan, kadrolarınızdan saklayacaksınız! Böylece, çevrenizdeki küçük burjuva, hatta burjuva demokratlarına yaranmak için vermeye çalıştığınız “biz Sovyet bürokrasisi gibi değiliz, her konuda özgürlükten yanayız” imajına Bolşevik bir partiye bağlılığı da kurban edeceksiniz! Lenin’e sırt çevirirseniz, Trotkiy’in, ölümüne bir yıldan az zaman kalmışken dile getirdiği bu muazzam yol gösterici tutumdan da uzaklaşmanız kaçınılmazdır.
Trotskistlere sorular (2)
Trotskiy, 60 yaşındayken, ölümünden hemen önce bu özeleştiriyi yapmadan önce de Lenin’le ve onun Marksizmi ile neden baştan itibaren barışamadığını, neredeyse kendine psikanaliz uygulayarak Hayatım başlıklı otobiyografisinde açıklamaya çalışmıştır. Büyükada’da yazılan ve 1930 yılında yayınlanan bu kitap bütün Trotskistlerin başucu kitabı olmuş bir çalışmadır. Dolayısıyla, Trotskist hareketin liderlerinin ve teorisyenlerinin, burada Trotskiy’in kendisiyle yaptığı hesaplaşmayı görmemiş olması mümkün değildir. Bu hesaplaşma neden bizim uluslararası veya yerli Trotskist örgütlerin literatüründen uzun hayatımız boyunca yapmış olduğumuz epey kapsamlı okumalarımız sırasında karşımıza çıkmamıştır?
En önemlisi, Trotksiy’in gençlik döneminde Lenin’e karşı neden direnç gösterdiğini tekrar tekrar dönerek anlattığı pasajlar değildir. En önemlisi, artık bu iki dünya-tarihsel önemdeki devrimci şahsiyet 1917’de barikatlarda aynı devrim stratejisi etrafında birleştikten sonra Trotskiy’in Lenin ile kendisi arasındaki ilişki konusunda vermiş olduğu nihai denebilecek yargıdır. Burada vesile devrimden sonra Almanya ile yürütülen Brest-Litovsk barış görüşmelerinde izlenecek politika konusunda Bolşevik yönetimi içinde beliren farklı yönelişlerden çıkarılan derstir. Brest-Litovsk konusunda partinin çok güçlü bir kanadı “devrimci savaş” konusunda ısrar ederken, Lenin bunun Sovyet devletinin yıkılışı riskini yaratacağını göz önüne alarak aşırı tavizci bir yaklaşım savunuyordu. Trotskiy “devrimci savaş” pozisyonuna katılmasa da “ne barış ne savaş” sloganı temelinde bir oyalama taktiği öneriyordu. Lenin sonunda partinin çoğunluğunu ikna etmiştirt, Brest-Litovsk antlaşması onun savunduğu doğrultuya uygun biçimde imzalanmıştır. Bakın Trotskiy bu konuda ne diyor:
“Herkesten çok önce, ben Lenin’in Brest-Litovsk günlerinde oynadığı rolün bir değerlendirmesini topluluk önünde yaptım. 3 Ekim 1918’de Sovyet hükümetinin üst düzey organlarının ortak bir toplantısında, şöyle dedim: ‘Bu yüksek yetki sahibi kurul önünde şunu belirtmeyi görev bilirim: ben kendim de dâhil, birçoğumuzun Brest-Litovsk barışını imzalamamızın kabul edilir olup olmadığı konusunda kuşkular içinde olduğu bir anda, yalnızca Lenin Yoldaş inatla, şaşırtıcı bir öngörüyle ve bizlerin muhalefetine rağmen dünya proletaryasının devrimine kadar ayakta kalabilmek için bunu sineye çekmemiz gerektiğini savundu. Şimdi bizim yanılmış olduğumuzu teslim etmemizin zamanı gelmiştir.’
“Lenin’in Brest-Litovsk günlerinde proletarya diktatörlüğünü kurtarmış olan dehasının siyasi cesaretini teslim etmek için müritlerin gecikmeli vahiylerini beklemeye ihtiyacım yoktu. Biraz önce alıntılamış olduğum sözlerde, başkalarının hatalarının sorumluluğunu kendi payıma düşmesi gerekenden daha büyük ölçüde üstlenmiş oluyordum. Başkalarına örnek olsun diye yaptım bunu. Bu noktada, stenografik rapor “uzun alkışlar” diyor. Parti böylelikle, benim Lenin’e karşı, kıskançlıktan ya da küçük hırslardan arınmış tavrımı anladığını ve takdir ettiğini gösteriyordu. Lenin’in, devrim için, tarih için ve benim için ne anlama geldiğini tam tamına kavramıştım. O, benim ustamdı.” (Vurgu bizim.)
Biz neden kendi yazılarımız dışında bu alıntı ile hiç karşılaşmadık?
Trotskistlere sorular (3)
Şimdi hiçbir kanıt vermeden, muhataplarımızın kendi vicdanlarında değerlendirebilecekleri bir soru soracağız: Örgütlerinizin eğitim programlarında Lenin’e neden Trotskiy’den çok daha az, hatta hemen hemen hiç yer vermiyorsunuz? Verdiğinizde de ancak Devlet ve Devrim gibi, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı gibi “demokrat” olduğunuz konusunda sağa sola yaptığınız gösterişi bozmayacak yapıtları tercih ediyorsunuz? Ne Yapmalı?’yı eğitim programlarınıza koymayalı kaç yıl ya da on yıl oldu, hiç hesapladınız mı? Neden büyük toplantılarınızda, konferanslarınızda, kongrelerinizde Trotskiy’in resimleri asılıdır ama Lenin’inki pek görülmez. Neden değerlendirmelerinizde, makalelerinizde, polemiklerinizde hep Trotskiy’den alıntı yaparsınız ama Lenin’e pek rastlanmaz?
Bu soruların yanlış sorular olmasını, aslında Trotskist örgütlerin çoğunun Lenin’e en az Trotskiy kadar dikkat ve özenle yaklaştığını öğrenmeyi nasıl tercih ederdik!
Trotskistlerin görevi nedir?
Son sorumuz Trotskistlere değil, tarihe. Trotskist hareketin, IV. Enternasyonal’in varlık nedeni nedir? Kimileri buna Stalinizmle ya da bürokrasiyle mücadele diyecektir. Kimileri ise Trotskiy’e özgü bazı düşünceler ve programatik/stratejik kavrayışlar temelinde bir enternasyonalist devrimci hareket inşasının öneminden söz edecektir. Peki Trotskiy kendisi bu soruya ne cevap veriyordu? 1935’te Sürgün Günlüğü olarak anılacak notlarında şöyle anlatıyor önündeki görevi:
“…şu anda yapmakta olduğum işin, son derecede yetersiz ve parça bölük karakterine rağmen, hayatımın en önemli işi olduğu, 1917’den, iç savaş döneminden vb. daha önemli olduğu kanısındayım.
Daha berrak olsun diye şöyle söyleyeyim. 1917’de Petersburg’da olmasaydım, Ekim Devrimi yine de gerçekleşirdi—Lenin’in orada bulunması ve işleri eline alması koşuluyla. Eğer ne Lenin ne de ben Petersburg’da olmasaydık, Ekim devrimi falan olmazdı: Bolşevik Partisi önderliği devrimin gerçekleşmesini engellemiş olurdu—bundan en ufak bir kuşkum yok. Lenin Petersburg’da olmasaydı, Bolşevik liderlerin direncini aşmayı başarabileceğimden kuşkuluyum. “Trotskizm” ile (yani proleter devrimiyle) mücadele 1917 Mayıs’ında başlamış olurdu, devrimin sonucu da epeyce tartışmalı hale gelirdi. Ama tekrarlıyorum, Lenin’in orada bulunması halinde Ekim Devrimi her halükârda zafere ulaşırdı. Genel bir anlamda aynı şey İç Savaş için de söylenebilir. Ama ilk evrede özellikle Simbirsk ve Kazan düştüğünde, Lenin yalpalıyordu, kuşku beynini kemiriyordu. Ancak bu hiç kuşkusuz geçici bir ruh durumuydu ve muhtemelen benden başka hiç kimseye de itiraf etmemişti bunu.
Yani 1917 ila 1921 arasındaki dönem için bile yaptığım işin “vazgeçilmezliği”nden söz edemem. Ama şimdi yaptığım iş kelimenin gerçek anlamıyla “vazgeçilmez”. Bu iddiada en ufak bir kibir yok. İki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonallerin önderlerinden hiçbirinin çözülmesi için gerekli olan donanıma sahip olmadığı bir sorunu ortaya koymuş durumda. Kaderimin cilvesi beni bu sorunla karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Sorunu çözmek bakımından da bana önemli deneyimler kazandırmış durumda. Şimdi yeni bir kuşağı İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin liderlerini aşarak devrimci metot ile donatma misyonunu üstlenebilecek benden başka hiç kimse yok. Lenin’le (daha doğrusu Turgenyev ile) en büyük günahın 55 yaşını geçmiş olmak olduğu konusunda da bütünüyle hemfikirim. Mirası devretmek için en az beş yıl kadar kesintisiz çalışmaya ihtiyacım var.”
Bütün Trotskistlerin kendi hareketlerini adıyla andıkları büyük devrimci ne diyor? (1) “İki Enternasyonal’in çöküşü, bu Enternasyonallerin önderlerinden hiçbirinin çözülmesi için gerekli olan donanıma sahip olmadığı bir sorunu ortaya koymuş durumda.” Yani Trotskiy İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin dünya devriminden kopuşu karşısında, proletaryanın öncüsünün uluslararası örgütlenmesinin, 1938 yılında kaleme alacağı Geçiş Programı’nda “sosyalist devrimin dünya partisi” olarak anacağı örgütlenmenin peşindedir. (2) Görev nedir? “Şimdi yeni bir kuşağı İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin liderlerini aşarak devrimci metot ile donatma misyonunu üstlenebilecek benden başka hiç kimse yok.” Görev, yeni bir Enternasyonal’i dünya devrimi programı temelinde yeniden kurmak.
Trotskiy kendisi bunu “hayatımın en önemli işi” olarak anıyor. Amaç Trotskiy’in kendi görüşleri temelinde bir siyasi hareket inşası değildir. Trotskiy’in “ustası” Lenin’in başını çektiği Üçüncü Enternasyonal’in yeniden ayağa kaldırılmasıdır. IV.Enternasyonal, İkinci ve Üçüncü Enternasyonallerin iflasından koparılarak ele alınırsa bütünüyle anlamsız hale gelir.
Öyleyse Lenin’siz Trotskizm olmaz. Olursa Trotskiy’in kendisine aykırı olur. Lenin’siz devrimci Marksizm hiç olmaz. Görevimiz Trotskiy’in amacını ileri taşımak ve Lenin’in kurduğu hareketi yeniden o en baştaki devrimci ruh ve gövde ile birlikte yeniden canlandırmaktır.