Barışın bedelini kim ödeyecek?
30 yıldır süren savaşta her iki taraftan da dağda ölenler işçi ve emekçi çocuklarıydı. Savaşın ekonomik yükü bizlerin sofralarından alınanlarla, alın terimizden çalınanlarla karşılandı. Şimdi güya “barış süreci” adı altında AKP hükümeti tarafından yeni bir hesap devreye sokuluyor. AKP hükümetinin planına göre yine yemeği sermaye yiyecek, hesabı işçi ve emekçiler ödeyecek.
Sermayenin ve AKP hükümetinin “barış” planı
Planın hedefi PKK’yi silahsızlandırmak. Ardından da Irak Kürdistanı’ndaki petrollere ulaşmak. Ama bu kolay değil. Kürt halkının büyük bir destek verdiği örgütü silah bırakmaya ikna etmek için bazı açılımlar yapmaları gerek. Kürt halkı, Kürt diline eşitlik ve özgürlük istiyor. Özerk yönetilmek istiyor. Dağdaki evlatlarının kazasız belasız yuvalarına dönmesini arzuluyor. Türk halkı da savaşın bitmesini kanın durmasını istiyor elbet. Ancak yıllarca ırkçı bir propagandayla birleştirilmiş bir bölünme korkusu iktidarlar tarafından kitlelere aşılandı ve özerklik kavramına karşı da bir alerji oluşturuldu.
AKP hükümeti, Kürt halkını ikna etmek ama bunu yaparken de kendi oy tabanını rahatsız etmemek için aslında bir tür özerklik olan Avrupa Yerel Yönetimler Şartı ile başkanlık sistemini harmanlayan bir anayasa açılımı yaptı. Bu açılım Türk ve Kürt sermaye sınıflarından tam destek görüyor. BDP’nin bu açılıma karşı olumlu sinyaller vermesi, HDK’deki sosyalistlerin ise ya suskun kalması ya BDP’nin dediklerini tekrarlaması ya da başkanlık sistemine şerh koymakla yetinen yaklaşımı AKP hükümetinin ve sermayenin planlarının deşifre olmasını engelliyor.
Tuzaklara dikkat!
Oysa bu, Kürt sorununun çözümüne bir anayasa değişikliği operasyonunun eklenmesi, Türk ve Kürt halklarının barış özlemini sermayenin sınıf saldırısına zemin yapma çabasıdır. Nasıl mı?
Hesap açık. AKP hükümeti ve sermaye bir taşla çok kuş vurmak istiyor. Hazırladıkları yeni anayasadaki yerel yönetimler düzenlemesi Kürt illerindeki belediyelere daha fazla serbestlik tanır gözüküyor. Oysa bu, bölgesel asgari ücret uygulaması ile bu illeri sermaye için ucuz işgücü cennetine dönüştürecek, genel olarak da ücretlerde büyük bir düşüş anlamına gelecektir. Yerel yönetimler mali olarak kendi kendisini döndürmeye çalışırken tüm yerel kamu hizmetleri alabildiğine taşeronlaşmaya ve özelleştirmeye açılacaktır.
Bunlar sadece yerel yönetimlerle ilgili tuzaklar. Genel olarak özel üniversitelerden başlayıp HES’lere ve özelleştirmelere karşı engel olarak gördükleri Danıştay’ın kaldırılmasına kadar sermayenin ekonomik anayasa sloganıyla savunduğu talepler de bu paket içine sokulmuş durumda. Nihayet Erdoğan’a diktatörlük sermayeye de sınıf saldırısını yürütecek güçlü bir iktidar vaat eden başkanlık sistemi yeni anayasanın olmazsa olmazı.
İşçiye ve emekçiye eşitlikten, özgürlükten, kardeşlikten zarar gelmez
Özetle 30 yıldır savaşın bedelini ödeyen işçi ve emekçilerin barış özlemini sömürerek yine hesabı işçiye emekçiye kesmek istiyorlar. Oysa Türk ve Kürt işçileri kendi hesaplarını yapmalıdır. Barışı yapan sermaye ise bu yalancı barıştır. Sermayenin yalancı barışı petrol peşinde yeni savaşlar, daha fazla taşeronlaşma, özelleştirme, sömürü demektir. Barışın teminatı ise işçi sınıfıdır. Türk ve Kürt işçilerinin emekçilerinin barış özlemi gerçektir, haklıdır, doğrudur. İşçiye emekçiye eşitlikten zarar gelmez. İşçiye emekçiye özgürlükten zarar gelmez. İşçiye emekçiye kardeşlikten zarar gelmez.
İşçi sınıfının barış programı
Sermayeyi, AKP’yi ve emperyalizmi devreden çıkartmak gerçek bir barış programının teminatıdır. Bu program, Türk ve Kürt dillerine tam eşitlik, halklara kendi kaderini tayin hakkı sağlayacak ama aynı zamanda taşeronu yasaklayacak, açlık sınırındaki asgari ücreti insanca yaşanacak bir düzeye taşıyacak, kaynakları sömürerek değil sömürenden alarak sağlayacak, bölgesel kalkınmaya bölgesel asgari ücretle değil bankaların kamulaştırılması ve kamu yatırım seferberliği ile ulaşacaktır. Kısacası barışın bedelini, yıllarca bize kan kusturanlara, Türkü ve Kürdüyle iliğimizi sömüren sermayeye, emperyalistlere ve onların temsilcilerine yani ortak sınıf düşmanımıza ödetecektir.
Karadeniz’de bir linç hikâyesi: Anlatanlar ve anlayanlar!
Sinop’ta BDP milletvekilleri ve HDK’lilerin (Halkların Demokratik Kongresi) toplantı yapmak için toplandıkları öğretmenevinin etrafı faşist bir güruh tarafından sarıldığında olay yerindeki emniyet müdürünün şu sözleri gerçeği ortaya serivermiştir: “Sizi anlıyoruz!”
Bu gerçek Sinop’ta öğretmenevinin faşist parti MHP ve liderinin övdüğü ve övündüğü ırkçı bir güruh tarafından değil aynı zamanda devlet tarafından kuşatılmış olduğudur. Emniyet müdürü “anlamıştır” çünkü yıllardır faşizmi, ırkçılığı anlatanlar bizzat kendileridir. O Karadeniz ki sokaklarında solcusu, sosyalisti hangi gruptan olduğu fark etmeksizin “PKK’lı”, “terörist“ diye gösterilip saldırgan güruhlar bizzat sivil polislerce onlara karşı organize edilip kışkırtılmıştır. Nitekim, devletin Kürtlere, solculara ve sosyalistlere karşı anlattıklarını gayet iyi anlayan bu faşist güruhlar daha sonra da Samsun’da TKP’yi, Halkevini ve sol dernekleri hedef almışlardır.
AKP’nin olaylardan sonra güya BDP’nin siyaset hakkını savunması da ibretlik bir ikiyüzlülüktür. Erdoğan, “elimizde belgeler var” dedikten sonra o belgelerin üzerine yatmıştır. Bülent Arınç olayları kınadıktan sonra BDP’lilere olaylardan ders almalarını öğütleyerek aba altından sopa göstermiştir.
Biz devrimci işçiler ise BDP ve HDK’ye yapılan bu saldırıların aynı zamanda bizlere de yapıldığını anlıyoruz. Hevallerimizle ve yoldaşlarımızla tam bir dayanışma içindeyiz. Çünkü biz yıllardır faşizme ve ırkçılığa karşı Türk ve Kürt halklarının eşitliğini ve kardeşliğini anlatanlarız.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mart 2013 tarihli 41. sayısında yayınlanmıştır.