Carlos Ghosn ve Corç Abdullah – Lübnan’ın iki evladı
15-29 Ocak 2020 arasında, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) önderi Ahmet Saadet’in İsrail’de hapisten Filistin için mücadele ettiği için 36 yıldır Fransa zindanlarında yatmakta olan Lübnanlı devrimci Corç İbrahim Abdullah’ın da o ülkede hapisten kurtarılması amacıyla dünya çapında bir kampanya düzenlendi. Bugün, 29 Ocak günü, yoldaşımız Sungur Savran önce İngilizce yazılarak DİP ve kardeş partilerinin uluslararası sitesi RedMed’de yayınlanmış olan bir yazısında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanmakta olan devrimci süreçlerden geçmekte olan ülkelerin ve en başta Corç Abdullah’ın vatandaşı olan Lübnan’ın devrimcilerine bu davaya sahip çıkma çağrısı yapıyor.
2020 Carlos Goshn’un Japonya’da ev hapsinden kaçmasıyla açıldı. Ghosn’un kim olduğunu bilmeyenlere kendisini kısaca tanıtalım: Bu beyefendi uluslararası burjuvazinin seçkin bir temsilcisidir. Üç ülkenin pasaportunu taşır: Lübnan, Brezilya ve Fransa. Fransız Renault ile Japon Nissan ve Mitsubishi markalarının kurmuş olduğu, 2017’de dünyanın en büyük otomotiv grubu olarak nitelenen ittifakın hem CEO’su, hem de Yönetim Kurulu Başkanı sıfatını taşırken Kasım 2018’de Japon devletince tutuklanmıştır. Kendisine önce Japonya’da, sonra Fransa’da yöneltilen suçlama çok büyük miktarda vergi kaçırma ve şirket fonlarını kişisel hesabına aktarma olmuştur.
Tutuklandıktan beş ay sonra, 2018 baharında kefaletle tahliye edilmiş ama hakkında ev hapsi uygulanmasına karar verilmiştir. Fransız devleti uzunca bir süre vatandaşını sakındıktan sonra nihayet geçen Haziran ayında hakkında 11 milyon avro kuşkulu masraf gösterdiği iddiasıyla soruşturma başlatmıştır. Aklı başında her insan, salt sağduyu yoluyla, iki ayrı devletin bu kadar büyük miktarlarda yolsuzlukla suçladığı bu adamın düzenbaz ve dolandırıcı olduğu sonucuna ulaşacaktır. Haydi, şirketlerden çaldığı parayı bir kenara bırakalım: Sonuç olarak bu kapitalistler arası bir iç mesele sayılabilir. Ama iki ayrı devletin kasasını soyan birine başka ne denebilir? Kaçırdığı vergi öyle yenilir yutulur miktarda da değil. 2011-2015 arasında kaçırdığı verginin miktarı 38 milyon avro olarak hesaplanıyor! Bu kadar büyük vergi kaçırma okuru şaşkına çevirebilir: Vergi bu kadarsa gelir ne kadardır? O zaman ekleyelim: Mösyö Ghosn’un, kapitalizmin üç dev şirketi birden yönetmekte olan bu “dahi” çocuğunun, yıllık geliri, en son hesaplandığı 2017 yılında yıllık 13 milyon avro idi. Tatil günleri de sayılsa bile, bu, adamın günde 35 bin avro, yani günde 200 bin TL’den fazla kazandığını gösteriyor!
Ghosn’un Japon devletince tutuklandığı an, anlamlı biçimde, o dönemde yaşamakta olduğu Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketinin başlangıcına denk düşüyordu. Bu hareket ilk kez 17 Ekim 2018’de sokağa çıkmıştı; Ghosn ise Japon yargısı tarafından sadece bir ay sonra, 19 Kasım’da tutuklanıyordu. Ortada açıkça bir ironi vardı: Macron hükümeti Fransa proletaryasının ve küçük burjuvazinin yoksul katmanlarının cebindeki son kuruşa benzine getirilen bir ek vergi ile el koymaya çalışırken, bir yandan da Ghosn ve kim bilir daha kaç saygıdeğer vergi kaçakçısı vergiden kaçındığında ve vergi kaçırdığında başını öteki tarafa döndürüyordu. Birtakım “saygıdeğer” muhasebe firmalarının uzmanlık alanı doğrudan doğruya kapitalistlerin ve hempalarının vergi kaçırması için en uygun teknikleri geliştirmektir; en kârlı işleri budur. Kapitalist devlet bütün bunlara göz yumduktan sonra halka döner, “para yok, hastahanelerin, okulların, belediyelerin ödeneklerini kısmak zorundayız” der.
2018 Aralık ayı başında yazdığımız bir yazıda (https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/tatli-su-ekoloji-hareketi-sari-yeleklilere-carpti), iklim değişikliğiyle mücadele adına Fransa’nın yoksul katmanlarının ceplerindeki son kuruşun benzine getirilen ek vergi yoluyla hortumlanmasına paralel olarak bu tür vergi kaçakçılığının yaygın biçimde devam etmekte olduğuna, ayrıca otomobil şirketlerinin ve tabii bu arada Mösyö Ghosn’un Renault-Nissan-Mitsubishi imparatorluğunun da, devletlerin belirlediği karbon salımı düzeylerine uyar gibi yapıp bu düzeyleri ciddi şekilde aştığına dikkat çekmiştik. Üstelik bu herkesin gözü önünde oluyordu, çünkü 2015’te önce Volkwagen, ardından birçok başka şirket bu açık ihlal konusunda suçüstü yakalanmıştı! Bu suçüstü olayından üç yıl sonra resmi sınırların üzerinde karbon salımının sürdüğü de herkesin bildiği bir sırdı. Öyleyse özetleyelim: otomobil şirketleri yasaların öngördüğü sınırların üzerinde iklim değişikliğine katkıda bulunuyordu; şirketlerin (tabii sadece otomobil şirketlerinin değil, her türlü büyük şirketin) yöneticileri devlet kasasını soyup soğana çeviriyordu; proleterler ve küçük burjuvalar ise kamu ulaşımı birçok bölgede berbat durumda olduğu için ekmeklerini kazanma uğruna işlerine arabalarıyla gitmek zorunda olduklarından iklim değişikliğinin faturasını ek vergi biçimi altında ödemeye mecbur ediliyordu.
Carlos Ghosn’un tutuklanmasından 15 gün sonra yazılan o yazıyı bu beyefendinin bir süre sonra mutlaka serbest bırakılacağı öngörüsü ile bitirmiştik. İtiraf etmeliyiz ki bu namussuz bizim beklediğimizden daha uzun bir süre hapiste kaldı. Ama sonunda burjuva hukukunun gerçek doğasına parlak bir ışık tutan, bazılarının başkalarından “daha eşit” olduğunu el altından değil de yasalara geçirerek gösteren o muhteşem hukuk kurumu, “kefalet” uygulandı ve saygıdeğer Mösyö Ghosn’un daha fazla hapislerde çürümesine (!) izin verilmedi, ev hapsi yeterli görüldü. Hikâyenin bir de sonu var: şayet ayrıntılarını duymadıysanız, uyaralım, budalalar için uydurulmuş bir peri masalı ya da kahramanlık menkıbesi dinleyeceksiniz. Ghosn’un kendisi bu menkıbeyi ne doğruluyor, ne de yalanlıyor ama medyanın anlattığı masal şu: Mösyö’nün kaldığı, bir hapishane işlevi görmesi gereken (kim bilir nasıl şatafatlı!) eve büyük bir orkestra konser için getiriliyor. Mösyö, halkın sağlığından, eğitiminden, belediye hizmetinden kesilen 38 milyonu hâlâ gönlünce harcamakta anlaşılan. Sonra konser bitince beyefendi James Bond filmlerine yakışır bir soğukkanlılıkla en büyük müzik aletinin kabının içine giriyor (medya halkın buna da şaşıracağını bildiği için beyefendinin kısa boylu olduğunu eklemezlik etmiyor), havalimanına böyle götürülüyor. Sonra oradan uçağa binip, bilin nereye, İstanbul Atatürk millet bahçesine, pardon Havalimanına iniyor. Türk pasaport polisi onu nasıl karşıladı bilmiyoruz. Buradan da ilk memleketi Lübnan’ın başkenti Beyrut’a postalanıyor. Hâlâ viyolonsel kabında mı oturmaktadır, bunu da bilemiyoruz. Böylesine büyülü gerçekçilikle dolu bir dünyada, büyük romancı Gabriel García Márquez’e ne ihtiyaç var? Bu hikâyeye inanan, ne genel olarak sınıf toplumu, ne de özgül olarak kapitalist toplum hakkında en ufak bir fikre sahip değil demektir!
Memleket nere, hemşehrim? Lübnanlıyım
Kısacası, Lübnan başarılı ve şöhretli evladını ana kucağına kabul etmiş, aguşuna bastırmış bulunuyor. İnterpol’un “kırmızı bülten”i işe yaramıyor. Lübnan Mösyö Ghosn’u Japonya’ya iade etmeyi reddediyor. Ne güzel bir tesadüf: Lübnan ile Japonya arasında “suçluların iadesi”ne dair bir anlaşma yok. Türkiye ile Japonya arasında böyle bir anlaşma belki vardır, ama insanın bol parası olunca…
Bütün bunlar Lübnan’ın, yabancı bir ülkede hapiste olan dünyaca ünlü öteki evladını getiriyor akla. Şeytanın iki ayağını tek pabuca sokan Mösyö Ghosn’dan biraz daha uzun kalmış biri hapiste: Corç Abdullah 36 yıldır Fransa’da hapiste yatıyor! Kefalet yok, ev hapsi yok, evde konser düzenleme, viyolonsel kabı yok, esas vatanı Lübnan tarafından aguşuna bastırılma yok. Fransa’da, “özgürlüğün ülkesi”nde 36 yıl!
Suçu ne olabilir acaba? Milyonlarca avro vergi kaçırıp yoksul halkı ve kendi göçmen Arap kardeşlerini kamu hizmetlerinden yoksun bırakmak olabilir mi? Hiçbir ahlaki sistemde kabul göremeyecek şekilde başkalarına ait milyonlarca avroya sahtecilik yoluyla el koyma? Tabii ki değil! Öyle olsaydı, kefaletle ya da başka yoldan diyelim 35 yıl önce çoktan serbest bırakılmış olurdu! Carlos Ghosn örneği bize hiçbir şey mi öğretmiyor?
Hayır, Corç Abdullah günümüze kadar nedamet getirmemiş bir devrimcidir. Sınıf mücadelesini haklı olarak ezilen halkların kurtuluşu mücadelesiyle birleştirmeye çalışan bir enternasyonalist devrimci. Lübnanlı olduğu için de hem kendi ülkesinde yaşayan çok sayıda Filistinli göçmen dolayısıyla, hem de ülkesi tarihi Filistin topraklarına komşu olduğu için bu halkın kurtuluşuna özel olarak ilgi göstermiş. O Filistin halkı ki, ulusal ezilme diye bir şey varsa onun mükemmel örneğidir. Hem ideolojilerin en ırkçısı Siyonizmin hem de emperyalizmin ezdiği bir halk. Sadece en önde giden Amerikan emperyalizminin de değil. Suriye ve Lübnan’da eski sömürgeci güç olan Fransız emperyalizminin de ezdiği bir halk. İşte Corç Abdullahın suçu buydu: “dünyanın lanetlileri” tanımına en çok uyan Filistin halkının yanında durmak. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’yle birlikte mücadele etti, İsrail ordusuyla savaşa latıldı, yaralandı. 1984’te Fransa’da sahte pasaportla yakalandı, her Ortadoğulu devrimci sahte pasaport taşımak zorunda kalabilir.
Daha sonra hapisteyken Lübnan Silahlı Devrimci Fraksiyon (Fractions armées révolutionnaires libanaises-FARL) adını taşıyan bir örgütün Paris’teki ABD Büyükelçiliği’nde görevli askeri ataşe yardımcısı ile İsrail Büyükelçiliği’nin ikinci kâtibinin öldürülmesi suçlarına katıldığı iddiasıyla 1987’de hayat boyu hapis cezasına çarptırıldı. O zamandan bu yana hapiste çürüyor.
Hapiste en uzun kalan siyasi mahpus, tek istisnayla
Corç Abdullah hemen hemen kesinlikle, yaşayan kuşaklar içinde, belki de bütün modern çağda hapiste en uzun kalan ikinci siyasi mahpus konumunda. Basit bir google araması halen hayatta olan ve hapishanede en uzun süre kalmış siyasi mahpus konusunda şu bilgileri sağlıyor bize.
Amerikan devletinin emperyalist yayın aracı Voice of America Çin Halk Cumhuriyeti’nin yönetiminde olan Tibet’ten bir siyasi mahpusun en uzun hapis yatmış olan olduğunu ileri sürüyor. Lodoe Gyamtso adındaki bu kişi vaktiyle 23 yıl hapis yatmış, şimdi de 18 yıl ceza almış. Toplam 41 yıl ile en uzun siyasi hapis rekoruna sahip olduğu söyleniyor. Ama haber 2019’da yazılmış, 18 yıllık ceza ise 2018’de verilmiş. Öyleyse, bu kişi hâlâ tutukluysa bile Corç Abdullah’ın hapis süresine “yetişmesi” ancak 13 yıl sonra, yani 2033’te olacak. Şimdilik toplam hapis süresi 24, üstelik bir de ara var.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu rekora başka bir aday gösteriyor: Özbekistanlı Murat Yurayev. İzleme Örgütü’ne göre bu kişi siyasi bir davadan dolayı 1994’ten 2015’e kadar hapiste kalmış, ama son dönemde salıverilmiş. 21 yıl.
Wikipedia’nın öne sürdüğü isim başka. Singapurlu Chia Thye Poh komünist faaliyetten hapse atılmış ve 23 yıl kalmış. Sonra bir dokuz yıl da ev hapsinde kalmış. Bu, 9 yılı evde olmak üzere 32 yıl demek. Yine Corç Abdullah’tan kısa.
Guinness Dünya Rekorları Kitabı hedefe daha yakın. Nail Barğuti adlı bir siyasi mahkûmun 1978’de hapse atıldığını belirtiyor. Bu kişi 2019’da hâlâ hapisteydi. İşte nihayet ilk kez Abdullah’ınkini gerçekten geçen bir hapis süresi! Peki, bu kişinin hangi ülkeden olduğunu tahmin edebildiniz mi? Muhtemelen adından anlamışsınızdır. Elbette Filistinli, elbette İsrail’de hapis yatıyor! Yani dünya rekoru bir Filistinli’ye ait. Cellat da İsrail. İşte Corç Abdullah bunun için Filistinli olmadığı halde, bir enternasyonalist olduğu için Filistin halkının özgürlüğü uğruna mücadele ediyordu. Nail Barğuti 40 yıl yatmasın diye kendisi 36 yıl riskini almıştı.
Buradan ortaya çıkıyor ki, Corç Abdullah çağımızda siyasi nahkûmlar arasında en uzun hapis yatan ikinci kişidir. Bu 36 yıl, Özbekistan, Singapur, Çin ya da İsrail hapishanelerinde geçmemiştir. Bu, Fransa’da olmaktadır, “özgürlüğün ülkesi”nde! Salt bir siyasi mahkûm olarak 36 yıl hapis yatması bile bugün artık serbest bırakılması için yeterli nedendir.
Ama, diyebilir bazı aklı evveller, içinde yaşadıkları pek nezih Avrupa demokrasisinin düşler dünyası içinden: Ama Corç Abdullah siyasi mahkûm değildir, iki kişinin öldürülmesinde parmağı vardır. Öyle mi diyorsunuz, sayın mösyö, sayın madam? Bir an diyelim ki, doğru söylüyorsunuz, Corç Abdullah Amerikan subayının ve İsrail ajanının öldürülmesinde parmağı olan biridir. Size şu soruyu sormak isteriz: Acaba siz, kendinize çok benzeyen milyonlarca ikiyüzlü insan gibi, Nelson Mandela’nın hapisten salıverilmesini ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nin başkanlığına seçilmesini alkışlayanlardan biri olabilir misiniz? Eğer böyleyse, acaba Mandela’nın, partisi Afrika Ulusal Kongresi’nin silahlı kolu Umkhonto we Sizwe’nin kurucularından biri olduğu, bu örgütün uzun yıllar boyunca apartheid rejimini devirmek için suikast, bombalama, sabotaj faaliyetleri yürüttüğü dikkatinizden kaçmış olabilir mi? Bu kadar basit olgulardan habersiz mi iri iri yargılara ulaşıyorsunuz yoksa budala pozu mu yapıyorsunuz?
Corç Abdullah ve Nail Barğuti’ye derhal özgürlük, bir de Ahmet Saadet’e!
Bu tablodan çıkartılabilecek tek bir sonuç vardır: Fransa’nın çoktan salıvermiş olması gereken Corç Abdullah’ın serbest bırakılmasını talep etmek tümüyle meşru bir şiardır. Buna elbette çağımızda en uzun hapis yatan siyasi mahkûm Nail Barğuti’nin İsrail tarafından serbest bırakılması talebini de eklemeliyiz. Ama aynı zamanda Filistin Halk Kurtuluş Cephesi önderi Ahmet Saadet için de özgürlük talep etmeliyiz. Siyonist devlet Filistin’in en köklü ve en itibarlı siyasi hareketlerinden birinin önderini hapiste tutuyor. Bu kabul edilemez bir uygulamadır!
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın halkları! Corç Abdullah, Nail Barğuti ve Ahmet Saadet’e özgürlük şiarı, Sudan’dan Irak’a, Cezayir’den İran’a bölgemizi sarsan devrimci hareketlerin öncelikli taleplerinden biri olmalıdır. Ama en büyük görev Lübnan’ın devrimci hareketindedir.
Lübnanlı yoldaşlarımız, kadınlar ve erkekler! Lübnan’ın şerefli evladı Corç Abdullah’ı Carlos Ghosn gibi düzenbaz namussuzların, devlet iktidarını elinde tutan ve sizin devirmek için varınızı yoğunuzu ortaya koyduğunuz kadrolarca ve sınıflarca korunduğu bir dünyada, Corç Abdullah gibi devrimcileri onurlandırmak devrimin insanlarına yakışandır. Unutmayın, o da aynen sizin gibi devrimcidir!