“Nasyonal Sosyalizm”den “aşırı sol faşizm”e

From “Nazionalsozialismus” to “far-left fascism”

Bu yazı, Amerikalı yoldaşlarımızın yapmakta olduğu politik faaliyete destek amacıyla önce RedMed sitesi için İngilizce yazılmış ve bundan iki hafta önce (9 Temmuz) yayınlanmıştı. Ancak çeviri zaman aldığı için ve siyasi faaliyetin basıncı dolayısıyla yazı Türkçede ancak şimdi yayınlanabiliyor. Bu yazının yayınlanmasından sonra yaşananlar, yazıda öngörülen gelişme çizgisine bütünüyle uygun oldu. George Floyd’un katledilmesi vesilesiyle patlak veren “Siyahilerin Hayatları Önemlidir” halk isyanı çerçevesinde ABD’nin kuzeybatısındaki Oregon eyaletinin başkenti Portland’ın bir bölgesinde haftalardır sürmekte olan bir işgal eylemine Trump’ın emriyle bir askeri baskın gerçekleştirildi. Homeland Security (Yurtiçi Güvenlik Bakanlığı), emrindeki askeri birliklerle Portland işgal bölgesine alenen saldırdı, plakasız araçlarla dolaşan birtakım askerler, görev yapan askerin daha sonra teşhis edilmesine yarayacak hiçbir işaret olmayan üniformalar giymiş halde ve göstericilere hiçbir açıklama yapmaksızın resmen insanları kaçırdı. Şimdi bütün Amerika “sokaklarda paramiliter güçler”den, faşizmden vb. söz ediyor. ABD’yi, dünyanın kaderini etkileyecek güçteki bu ülkeyi çok yakından izlemek gerekiyor. (Yazarın notu)

 

Trump bahsi artırıyor. Giderek “hukuk ve nizamın başkanı” konumundan çıkıp, “Ku Klux Klan”ın başkan adayına dönüşüyor. George Floyd’un Mayıs sonunda Minnesota'da öldürülmesi sonrası milyonlarca insanı sokaklara döken toplumsal hareketlenmeye verdiği stratejik karşılığı, ABD’nin 1776’da devrimci bir savaşla kazandığı bağımsızlığının kutlandığı 4 Temmuz ulusal bayramını kullanarak ortaya koydu. Ayın 3’ünde Mount Rushmore anıtı önünde ve ertesi gün Beyaz Saray’da yaptığı konuşmalarda toplumsal hareketin tamamına cepheden saldırdı; süregelen polis gaddarlığını kitlesel sokak gösterileri yoluyla protesto etmek ve çözüm talep etmek isteyenlerle, yağmacılar, kundakçılar ve diğer örgütsüz, kontrolsüz şiddete meyilli gruplar arasında ayrım dahi gözetmeden.    

Büyük önem teşkil eden bir husus, konuşmanın tamamının teleprompter’dan okunmasıydı. Kafasına estiği gibi, kaba bir espri anlayışı ile ve belirgin biçimde zekâdan yoksun kısa cümleler kurarak konuşmayı seven birisi için oldukça özenle hazırlanmış, daha önce ağzından hiç duyulmamış tarzda şaşaalı ifadeler içeren konuşma metni sanki Trump’ın arkasında duran güçlerin kendilerine çekidüzen verdiklerine işaret ediyor. Bizim ilgilendiğimiz şey ise üslubun ötesinde, konuşmanın içeriğidir. Bu, siyasette Trump’tan çok daha tecrübeli insanların hazırladığı stratejik bir eylem planıdır. Kısacası tüm bunlar bir stratejinin dünyaya ilanıdır. 

Aşağıda Trump’ın Mount Rushmore anıtında, George Washington, Thomas Jefferson, Abraham Lincoln ve Theodore Roosevelt’in ayakları altında yaptığı konuşmadan alıntılar var.

“Ulusumuz, tarihimizi silmek, kahramanlarımızı itibarsızlaştırmak, değerlerimizi yok etmek ve çocuklarımızın beynini yıkamak amaçlı acımasız bir operasyon ile karşı karşıya. Azgın çapulcular kurucularımızın heykellerini yıkmak, en kutsal anıtlarımızı tahrif etmek ve şehirlerimizin üstüne şiddetli suç dalgaları salmak istiyorlar. (...) 

“Bu tehlikeli hareketi teşhir edeceğiz, ulusumuzun çocuklarını bu radikal saldırıdan koruyacağız ve kıymetli Amerikan yaşam tarzına sahip çıkacağız. Okullarımızda, haber merkezlerinde, hatta şirketlerimizin yönetim kurullarında mutlak itaat bekleyen yeni bir aşırı sol faşizm bulunuyor. Eğer onun dilinden konuşmazsanız, ritüellerini yerine getirmezseniz, mantralarını tekrarlayıp ilahi buyruklarına uymazsanız, o zaman sansürlenecek, gözden uzaklaştırılacak, kara listeye alınacak, yargılanacak ve cezalandırılacaksınız. Buna izin vermeyeceğiz. Emin olun: bu sol kültür devrimi Amerikan devrimini yok etmek için tasarlanmıştır.”

Bu alıntılardan öğrenecek çok şey var. En çarpıcılarından biri ‘hatta şirketlerimizin yönetim kurullarında’ ifadesi. Eğer hâlâ şüphesi olan kaldıysa, bu açıkça gösteriyor ki, Trump’ın iktidara gelişinden beri ABD burjuvazisi içinde pek de gizli olmayan bir çatışma var; daha önceden de değindiğimiz bu çatışmada küreselci kanat, Trump’ın korumacı uygulamalarının ve göçmen aleyhtarı duruşunun karşısında konumlanıyor. Aşağıda buna daha fazla değineceğiz. 

Anti-faşizm pelerinini giyerken

Liberal düzenin uzmanları bu stratejiyi hemen Trump’ın “bölücülüğüne” ve aleyhine gözüken anket sonuçları (bu anketlerde Trump’ın oy yüzdeleri ile Demokratların olası adayı Joseph Biden’ınkiler arasındaki fark çift hanelerde) karşısında kendi oy tabanını konsolide etme arzusuna bağlayıverdiler. Tabii hemen ardından, Koronavirüs karşısındaki tavrının etkisiyle küçülen oy tabanını göstererek, bunun umutsuz bir çaba olduğunu eklemeyi unutmadan. Buna çabucak bir isim de kondu: “Trump’ın kültür savaşları”.

Meselenin bununla hiçbir alakası yok. Öncelikle “kültür savaşları” denen şey, yani aşırı sola atfedilen Amerikan devriminin yok edilmesi niyeti ile bunun karşısında Trump’ın “kıymetli Amerikan yaşam tarzı”nın savunusu şeklindeki söylem aslında beyaz ırk üstünlüğü fikri temelinde bir hareket ile birlikte Trump’ın kendi oy kitlesini genişletmek amacıyla sarıldığı bir ideolojik silahtır. ABD’de faşizmin doğal bir altyapısı vardır ve bu da toplumun beyaz çoğunluk ve geride kalanlar arasında derin biçimde bölünmüş olmasıdır. Geride kalanlar en başta Afrikalı-Amerikalılar ve Amerikan yerlilerinden oluşur, tıpkı Theodore Roosevelt gururla oturduğu atın üstünde geleceğe bakarken yanında yürüyen iki “hizmetkâr”ı gösteren heykeldeki gibi. İşte Trump’ın yararlanmaya çalıştığı taban bu beyaz ırk üstünlüğü savunucularıdır.

     roosevelt

İkinci olarak buradaki anahtar sözcüğün “aşırı sol faşizm” olduğu aşikâr. Bu kavram tamamen yeni uydurulmuş da sayılamaz. Aslında bu, Avrupa ve ABD liberallerinin kendilerini Marksistlerden ayırmak için kullandıkları totaliterlik kuramı yoluyla faşizmi ve Stalinist komünist hareketleri eşitlemeye çalışmalarının uç bir örneğidir. Bunun Trump tarafından kullanılışı (daha doğrusu konuşma metnini yazanlar tarafından demek gerek, çünkü Trump burada kullanılan kavramların kökenleri hakkında zerre kadar fikir sahibi olamayacak kadar zır cahil birisi) ise belirgin bir amaç için: Beyaz ırk üstünlüğü kılığında yeni bir faşist hareketin inşa hazırlıkları sırasında anti-faşizm pelerinini giyme provası yapıyor! Nedeni aşikâr ve “kültür savaşları” meselesi ile ilgili: her ne kadar ABD’deki beyaz çoğunluk potansiyel olarak faşist harekete kazanılabilecek olsa da, şimdilik buna hazır değil. Bu durum Trump’ı destekleyen burjuvazinin bir kısmı için dahi geçerli. Dolayısıyla faşist hareketin yeniden inşa edilmesi kavgasını, onun karşıtı olan “anti-faşizm” gibi göstermeye ihtiyaç duyuyor.   

Bu faşizmin tarihinde hiç de yeni değil. Sosyalizmin azgın düşmanı ve Almanya’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in yönettiği Kasım devriminin tekrarlanmasından deliler gibi korkan Hitler de, kendi zamanında partisine Almanya Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi ismini takmıştı. Başka bir deyişle, sosyalizmin toplumun alt katmanları için yön belirleyici olduğu bir çağda, Hitler o hareketin pelerinini çalmıştı. Üstüne üstlük, partisine “İşçi” partisi demişti, böylece işçileri o dönemde işçi sınıfı içinde çok güçlü olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Almanya Komünist Partisi’nden (KPD) kendisine doğru çekmeyi amaçlamıştı. 20. yüzyıldaki sosyalist inşa deneyimlerinin başarısızlıkları sonucu “sosyalizm”in prestijini kaybettiği bir çağda Trump’ın bu etiketi kullanmayacağı açık. O da aynı baş faşist Hitler gibi ikiyüzlü davranıyor, ancak aksi yönde. Hitler sosyalistlerin kostümünü çalarken, Trump kuzu postuna bürünüp başkalarını kurt olmakla suçluyor.      

 

Tek tabanca ön-faşist

Donald Trump’ın tam anlamıyla ufuktaki bir faşist belayı temsil ettiğini söylemiyoruz. Söylediğimiz şu: Trump, 21. yüzyıl ABD tarihinde sonu yerli özellikler taşıyan bir faşizmle bitebilecek bir yolu açmış bulunuyor. Bunu daha önceki bazı makalelerimizde açıklamıştık1, o nedenle şimdi kısa bir özetle yetineceğiz.  

2008 yılında Wall Street bankası Lehman Brothers’ın çöküşüyle başlayan Üçüncü Büyük Depresyon bütün ülkelerin, ama özellikle de emperyalist ülkelerin burjuvazisi içinde dünya kapitalist sisteminin kendisini içinde bulduğu durumun muhasebesi üzerinden büyük kırılmalara yol açtı. 1970’lerin ortalarında başlayan uzun kriz, Keynesyen politikaların terk edilmesine, sermayeyi bu küresel krizden işçiler ve köylülere bedel ödeterek kurtarmak amacıyla tasarlanmış neoliberal artı küreselci saldırıya yol açtı. İşte 2008 yılında çöken de bu stratejik önemdeki kriz yönetimi yoludur. Bu durumda bir sonraki adım ne olacaktır?

Dünya genelinde burjuvazinin milliyetçi kesimlerinde, farklı ülkelerdeki özgüllüklere rağmen aralarında ortaklık gösteren bir ulusal çıkış yolu hedefi öne çıktı, hele de krizden uluslararası alanda bir çıkışın olanaksız olduğu artık görülmüşken. “Popülizm” diye yanlış isimlendirilen ve aslında ergenlik çağını yaşamakta olan faşizmden başka bir şey olmayan hareketlerin altındaki temel işte budur. ABD örneğinde bu “Amerika'yı yeniden büyük yapacağız” ve “Önce Amerika” sloganlarının kaynağıdır. Öngörülemeyen felaketlerle dolu bir dönemde iç piyasaya kapanarak ülkeyi kurtarma anlayışı, faşizmin ekonomi politikasıdır. Sermaye çevrimlerinin tümden uluslararasılaştığı bir çağda bunu talep etmek, dünyayı zorunlu olarak güçlü devletlerin iradelerinin savaş yoluyla zayıf olanlara dayatılmasına götürür. İşte bu spesifik anlamıyla Trump ABD’nin yüzünü faşizme dönüşünü temsil eder.       

Bunlara rağmen Trump, tıpkı Fransa’da Marine Le Pen ve İtalya’da Matteo Salvini örneklerindeki gibi, tam anlamıyla faşist olarak kabul edilemez. Bunun nedeni, ismini saydıklarımızın burjuva demokrasisinin hoşluklarına tahammül etmeleri değil, çünkü bu geçici bir taktiksel tutum; bunun nedeni, önemini daha önce atıfta bulunduğumuz yazılarda detaylı tartıştığımız, iyi örgütlenmiş bir paramiliter kuvvete sahip olmamaları. Tam da bu nedenle bu hareketlerin hepsi ön-faşist olarak tanımlanmalı. Buraya kadarki analizimiz farklı ön-faşist hareket ve aktörlerin ortaklıklarını gösterdi. Ancak ortada oldukça önemli bir fark var: Avrupa ön-faşistlerinin ve diğerlerinin aksine Trump’ın kendi partisi yok. Faşist hareket Führer’e mutlak itaatle bağlı çok disiplinli bir partiye ihtiyaç duyar. Trump ile Cumhuriyetçi parti arasındaki ilişki ise böyle değil.   

Dolayısıyla Trump’ın mutlak iktidar arayışı, buna faşist desek de demesek de, böyle bir iktidar için gerekli iki vasıtadan yoksun. Bu noktada Trump’ın 1 Haziran’da ortaya konan stratejisi dahilinde halk isyanını bastırma görevini askere devretme girişimi hakkında daha önce yazılan analizimizi hatırlatmak istiyoruz. O yazıda orduyu kitlelerle savaşmaya çağıran bu girişimin nasıl rezilce duvara tosladığını ve bunun nedeninin ordunun üst kademesinin çok erken bir aşamada sürece dahil olup, halk nezdinde büyük bir saygınlık kaybına uğramaktan korkmaları olduğunu açıklamıştık. Fakat aynı strateji içinde MAGA, yani “Amerika'yı yeniden büyük yapacağız” fanatiklerine de bir çağrı vardı. Trump şimdi muhtemelen bu yöne dönüyor.  

Böyle yapması bir fanteziden ibaret değil. ABD’de harekete geçmeye hazır beyaz üstünlükçüleri gösteren sayısız olayı bir düşünün. Michigan valisini karantinayı sonlandırması için tehdit eden silahlı çeteleri hatırlayın. Indiana Bloomington’da bir göl kıyısında siyah bir adamı ağaca bağlayan beyaz güruhu ve eğer cesur başka beyaz insanlar müdahale etmeselerdi neler olabileceğini bir düşünün. Dünyanın dört yanında saygı duyulan, köleliğin kaldırılması mücadelesine öncülük eden Afrika kökenli Amerikalı Frederick Douglass’ın anıtının, kölelik ve İç Savaş’ta kölelik yanlısı eyaletlerin birliği olan Konfederasyon anıtlarına gösterilen tepkiden intikam alma hırsıyla alaşağı edilmesini düşünün. Kaliforniya’da arka camlarına gamalı haç asan otomobil sahiplerini düşünün. Tam da Trump’ın söylemine uyan biçimde, beyaz üstünlükçü kitlenin çeperinde alttan alta büyüyen bir hassasiyet olduğunu gözlemlemek zor değil.      

Trump’ın ordu hakkındaki planlarından vazgeçmeyeceği de kesindir. Geçen seneki 4 Temmuz’u bir askeri güç gösterisine dönüştürmesi, tankları yürütmesi ve Lincoln anıtının üstünden savaş uçaklarını uçurması hatırlanmalıdır. Onun orduyla olan flörtü hiç de yeni değil yani. Trump bu konuda yorum yapmaktan imtina ederken ordunun konfederasyon bayraklarının kullanımını yasaklama kararı alması mutlaka onu bir kez daha hayal kırıklığına uğratmıştır. Ancak ABD askeri güçlerinin “demokratik” doğası konusunda yanılsamaları olanlar, olayların daha derinleşmesi durumunda tüm dünyaya zorbalık eden bu emperyalist despotun tavrını değiştirmesiyle gerçeğe uyanacaktır. 

ABD tarihindeki en kitlesel halk hareketi”

George Floyd’un soğuk kanlı biçimde katlinin üzerine ABD’nin dört bir yanında patlayan halk hareketinin daha önceki “Siyahilerin hayatları önemlidir” (Black Lives Matter - BLM) mücadelelerinin basit bir tekrarı olarak değerlendirilemeyeceğine, bunun “ulus çapında bir kriz”in sonucu olduğuna daha önceki bir yazımızda (“20 Tez”) işaret etmiştik. Lenin’in, bu tarz krizlerin tek bir somut olay ile harekete geçirilebileceği, ama bu sırada toplumun tüm diğer çelişkilerini ortaya dökeceği şeklindeki değerlendirmesini hatırlatmıştık. Buna dayanarak, yazıyı yazdığımız sırada ülkenin dört bir yanına yayılmış ve haftalardır sürmekte olan bu hareketi bir halk isyanı olarak adlandırmıştık.  

Artık bu hareketin gücüyle ilgili önümüzde daha net bir resim var. New York Times gazetesi Temmuz ayının başında yayınladığı bir yazıda, Haziran ayı boyunca gerçekleşen yürüyüşler hakkında kamuoyunun görüşlerini derleyen dört farklı kurumun anket sonuçlarını verdi. Bunlara göre, 15 ile 26 milyon arası insan bu yürüyüşlere katılmış gözüküyor, yani yetişkin nüfusun yüzde 6 ile 10 arasında bir kısmı bir ara bu yürüyüşlerin içinde bulunmuş! 4,700 yürüyüş düzenlenmiş, günde ortalama 140 kadar, ve bunlar küçüklü büyüklü 2,500 şehre yayılmış. Gazete bunu “ABD tarihindeki en kitlesel halk hareketi olabilir” gibi iddialı bir başlıkla duyuruyor.

george floyd rebellion

Ancak daha önceki yazımızda ayrıntılı olarak değindiğimiz tüm olumlu yönlere rağmen, yukarıda New York Times’dan aktardığımız göstergeler 19 Haziran kutlamaları sonrasında belirgin bir düşüş göstermeye başlamış gözüküyor. Siyahi Amerikalılar için köleliğin ilgasını simgeleyen 19 Haziran’ın en kalabalık kitleyi sokağa çıkarması aslında anlaşılır bir durum, özellikle de Uluslararası Liman ve Depo İşçileri Sendikası’nın (ILWU) San Francisco Körfezi’ndeki şubelerinin çağrısı ile yapılan ve Batı Yakasının tamamında uygulanan sekiz saatlik grev de hesaba katılırsa.

ILWU George Floyd

Ulusal ölçekte örgütlenmiş, farklı yerelliklerden seçilen temsilcilerden oluşan bir temsilciler ağı oluşturulamazsa hareketin en basitinden yorgunluktan veya başka sebeplerden ötürü sönümleneceği konusunda uyarımızı yapmıştık. Bu konuda söylediklerimiz şunlardı:

“Yerel liderliğin parçalı yapısı ve kendiliğindenliği hareketin herhangi bir bütünsel stratejiye sahip olmasını engeller ve onu genel bir perspektiften mahrum bırakır. Hareketin emekleme döneminde ona faydalı olabilecek bu özellikler, daha ileri seviyelerde ölümcül bir eksikliğe dönüşebilir. Üç haftadır devam eden isyan erimeye başlayabilir. (...) Eğer kazanmaya odaklı bir strateji benimsenmezse en sonunda hareket sönüp gidecektir. Dolayısıyla hareketin öz-örgütlülüğü ve belirli yetkilerle donatılmış delegelerin oluşturduğu merkezi bir yapı, yani eylem komitelerinin oluşturduğu piramit benzeri bir yapı, zaruridir.”

Ve hareket gerçekten de eridi gitti. İsyana dahil olan hareketlerin nispeten tecrübeli militanları stratejinin, bu örnekte ancak demokratik bir yolla oluşturulabilecek, merkezi komuta gerektirdiği gerçeğini görmezden geldiler. (Burada bazı grupların, özellikle de daha politik olanların bu tarz bir örgütlenme çabasını teşvik etmiş olabileceklerini ihmal etmiyoruz.) Bu hareketin içinde ilk defa politikleşen gençlik gerekli dersleri çıkarmalıdır: Birçok sol ve düzen karşıtı protesto hareketleri 150 yıllık bir kitlesel mücadele tecrübesinin kazanımlarını terk etmiş durumdadır. Bu kazanımlardan bir tanesi yukarıda belirttiğimiz ve büyük zorluklarla öğrenilmiş bir derstir: strateji ve devamlılık, örgütlenme ve liderlik gerektirir. Bu, son isyanlarda tekrar doğrulanmış bir gerçeklik. Farklı ülkelerden de çok sayıda örnek verilebilir: örneğin 2011’de İspanya ve Yunanistan, 2013’te bizim ülkemiz. Bu örneklerde kitlelerin neredeyse her konuda kendini gösteren örgütlenme alerjisi, her birinin nihayetinde başarısız olmasına yol açmıştır. Kendiliğindenlik kitlesel hareketlerin kalbi ve ruhudur. Örgütlenme ise başarıya ulaşmalarının tek yoludur. Şimdi gerçeği tekrar haykırma zamanı: örgütlenme, örgütlenme, örgütlenme!  

Aynı New York Times gazetesi şimdilerde bu harekete ve onun çatısı altındaki tüm eğilimleri liberal düzenin içine çekmeye ve son yıllarda yüzünü giderek sosyalizme dönmeye başlamış işçilere ve gençliğe Biden’a oy verdirmeye çalışıyor. Bunu görmek için 5 Temmuz sayısında kapitalizmi eleştirmek için nasıl yırtındıklarına bakmak yeterli. ABD’de çelişkilerin dinamikleri, korumacılığın yükselişi, ırkçılıkta kan kardeşi olan göçmen karşıtlığı ile beyaz üstünlükçülüğü, ve faşizmin gerçek anlamda (Trump’ın hayali “aşırı sol faşizmi” gibi değil) yükselişte olması Demokrat parti kuyrukçuluğunun felakete davetiye çıkardığını gösteriyor. Gericiliğin, beyaz üstünlükçülüğün ve hatta faşizmin yükselişine karşı savaşmak için hazırlanmaya başlamak elzem. Buradan çıkış yolu iki patron partisinden de bağımsız, işçileri ya virüs ya da açlık diye tehdit eden kapitalist strateji ve Koronavirüs krizinin doğurduğu vahim durumda emekçi kitlelerin gerçek çıkarlarını temsil eden kitlesel bir işçi partisinin kurulmasından geçiyor.

İşte bir İşçi Partisi için Birleşik Cephe Komitesi’ndeki yoldaşların çalışmaları bu yöndedir (https://foramasslaborparty.wordpress.com).