Sri Lanka’da “Marksist” cumhurbaşkanı

aragalaya

Seçilene değil, seçene bak! (Temmuz 2022 devrim sürecinden)


 

İşçi sınıfı uluslararası bir sınıftır. Nasıl ülkemizde mücadelenin her milletten memleketten insanı kapsaması gerektiğini söylüyorsak, Türkiye dışında başka ülkelerde işçilerin verdiği mücadeleleri de kendi mücadelelerimiz gibi görüp kazandıklarında sınıfımızın kazandığını, kaybettiklerinde bunun bizim de zararımıza olduğunu bilmemiz gerekir.

Hal böyle olunca, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kapitalist dünyayı kasıp kavuran büyük ekonomik buhranın orta yerinde yoksul bir ülkede cumhurbaşkanı seçimini bir Marksist adayın kazandığı haberine bütün sınıf bilinçli işçilerin kulak kabartması gerektiği açık. Marksist demek proletaryanın, yani işçi ve ücretli emekçi bütün kitlelerin iktidarı için mücadele eden demek. O zaman demek ki, bu yoksul ülkede işçi sınıfı iktidarı için mücadele eden bir hareketin, bir cephenin adayı seçim kazanmış demek. O ülkeden öğrenecek ne çok şeyimiz olabilir. Bu ülkenin adı Sri Lanka. Hindistan’ın güneyinde, Japonya gibi, İngiltere gibi bir ada ülkesi. Haydi bakalım Sri Lanka’dan bize Türkiye işçi sınıfına ne ders var?

Biz bu haberi alır almaz sosyal medyada şöyle bir mesaj paylaştık: “Ne zaman bir halk ayaklanmasının zaferinden söz etsek, bir koro "Amerikan dizaynı" teranesine başlar. Soruyoruz: Bugün Sri Lanka'da bir solcu (Marksist deniyor) başkanın seçimi kazanması Amerikan dizaynı mı? Yoksa iki yıl önceki fotoda görülen devrimci halkın eseri mi? Ciddiyet!” (Paylaşımda bir de büyük bir halk kitlesinin mücadele fotoğrafı var.)

Başka ülkelerde işçi sınıfı ve emekçi halkın mücadelelerini on yıllardır yakından izliyoruz. 21. yüzyılın ilk yıllarında Latin Amerika’da, 2011-2013 arasında Arap dünyasında, 2019 ertesinde bu sefer hem Arap dünyasında hem Latin Amerika’da, ayrıca iki emperyalist ülke olan ABD ve Fransa’da devrimler veya büyük halk hareketleri oldu. Her defasında solda birileri çıkıyor, bir kulp buluyor. Çoğunlukla Müslüman ülke oldu mu “Amerika’nın dizaynı” diyorlar, başka ülkelerde de bir sonuç çıkmıyor ki diye homurdanıyorlar.

İşte Sri Lanka da 2022’de böyle devasa bir ayaklanma yaşadı. Ülkenin kaynaklarını har vurup harman savuran hükümet, pandemi sonrası koşullarda bir de Rusya-Ukrayna savaşının petrol fiyatlarında yarattığı artışla karşılaşınca aynen bizdeki gibi korkunç bir enflasyon ve dış borç karşısında çareyi halkın ümüğünü sıkmakta buldu. Halk 100 gün boyunca adanın çoğunluğunun kullandığı Sinhala dilinde aragalaya (mücadele) adını verdiği bir isyan sonucunda bakanları, ardından başbakanı, en sonunda da sarayını işgal ettikleri cumhurbaşkanını def etti. Ama güçlü ve güvenilir bir işçi partisi mevcut olmadığından o aşamada patronlar sınıfı bin bir manevra ile yeni bir cumhurbaşkanı imal etti. Orduyu da işin içine sokarak halkı bir İMF programıyla iki yıl boyunca açlığa talim ettirdi.

Ne var ki, halk nihayet fırsatını bulunca bütün patron partilerinin kıçına tekmeyi vuruverdi! Sri Lanka’da biri sosyal demokrat, biri Amerikancı sağcı iki güçlü düzen partisi politikada hep hâkim olmuştu. Şimdi halk bunların yarattığı duvarı deldi geçti, küçük sol partilerin kurduğu bir cephenin adayını seçti. Ulusal Halk İktidarı (NPP) adını taşıyan cephenin adayı Anura Kumar Dissanayake, babası çiftçi, anası ev kadını, kendisi trenlerde sigara satmış, pazarda arabasıyla sebze satıcılığı yapmış, küçük öğrencilere ders vererek okumuş biri. Öteki adaylardan öylesine farklı ki. Şimdi değişime gelin: 2019’daki seçimde aynı cephenin aynı adayı yüzde 3 oy almış. Bu sefer ilk sayımda yüzde 42 aldı, ikinci tercih oyları eklenince oyu yüzde 58’e çıktı. Bu seçim sonucu, dünya tarihinde az görülmüş, mucize türünden bir sıçramadır.

Bu mucizeyi kim yarattı? Polonez işçisi, Fernas işçisi, Lezita işçisi, Eker işçisi, Elba Bant, MKB Rondo işçisi, Tarkett işçisi, As Plastik işçisi, erkeğiyle kadınıyla her sektörün mücadele eden işçisi, küçük memuru, emeklisi, domatesini, kavununu, her tür ürününü yollara meydanlara döken çiftçisi, kalabalık yurtlarda sürünen öğrencisi, yoksul küçük esnafı, çocuklarını besleyemeyen yoksul aile ev kadını, işte bizde enflasyonun ve baskının ezdiği bütün sınıf ve katmanların karşılığı Sri Lanka’da neyse onlar ayaklandı, dört ay devleti sus pus yaptı, bakanlara, başbakana, cumhurbaşkanına yol verdi ya onlar yarattı, onlar! Halk isyanına, ayaklanmaya, devrime inanmayanlar, kendi umutsuzluklarından bunları gördüğünde bile değildir diye gözlerini ovuşturanlar, yeter artık!

Sri Lanka’ya bakın, devrimlerin, ayaklanmaların, halkın isyanının kudretine güvenin! Eksik olan halkta değil. Eksik varsa, kusur varsa, işçi sınıfı partisini inşa etmeyenlerde.

Biz ediyoruz. Devrimci İşçi Partisi halk ayağa kalktığında gür bir sesle “buradayız” diye haykıracak!

Yeni bir Syriza vak’ası

İşçi sınıfı ve emekçiler ellerinden geleni yaptılar. Karşılarında bulunan partiler arasında düzenle barışık olmadığını söyleyen, kapitalist sınıfın ayrıcalıklarını sorgulayan, İMF programının sert koşullarıyla mücadele edeceğini iddia eden, emekçi halkın yaralarını sarmayı vadeden bir sosyalist partiyi ve onun kurduğu cepheyi desteklediler. Onu yüzde 3’ten yüzde 42’ye, hatta yüzde 58’e taşıdılar. Şimdi başka bir düzene doğru yürüyüş başlayacağı umudu içindeler. İşçi sınıfı ve emekçiler ellerinden geleni yaptılar ama bu daha işin başlangıcı. Ve çok küçük bir başlangıç.

Şimdi artık madalyonun öteki tarafına bakalım. Ne yazık ki, Sri Lanka’da bu seçimle başa gelen parti o sözünü ettiğimiz türden işçi partisi değil. Devrimci İşçi Partisi’nin inşası için varını yoğunu ortaya koyduğu Marksist, dolayısıyla devrimci, dolayısıyla enternasyonalist türden parti değil karşımızdaki. Bu parti 1968 döneminde aynen bizdeki devrimci örgütler gibi kurulmuş ama sonra yozlaşmış, devrimci karakterini yitirmiş, bırakalım başka ülkelerin işçileriyle birlikte yürümeyi, kendi ülkesi, Sri Lanka içindeki yüzde 15-20’lik Tamil ezilen ulusuna bile düşmanca yaklaşan, baştaki devrimciliğinin yerine parlamenter politikanın uzlaşmacı dehlizlerini seçen bir parti.

Daha baştan belirtelim, sonra ayrıntıları anlatacağız: Yunanistan 2015’te Aleksis Çipras önderliğinde başa gelen Syriza deneyiminde ne yaşadıysa, onun çok daha karmaşık bir örneği bugün Sri Lanka’da karşımıza çıkmış durumda! Gerçek gazetesi ve Devrimci İşçi Partisi komşumuzda o dönemde yaşanan ve etkileri hâlâ derinden hissedilen dev ekonomik kriz ve yoksullaşma dalgası karşısında Syriza’ya büyük umutlar bağlayan solcuları ısrarla uyarmıştı, Avrupa Birliği’nin İMF ile birlikte dayattığı kemer sıkma ve yoksullaştırma paketine halk referandumda “Hayır!” dediği halde Çipras hükümeti başını kölece eğdiğinde, bilançoyu en çıplak biçimiyle solun önüne sermişti. Şimdi aynı uyarıyı Sri Lanka için yapmak zorundayız. Karşımızdaki parti ve onun bugün Sri Lanka’nın cumhurbaşkanı seçilmiş olan lideri 2022 devrimine ihanet etmeye yatkın, bunun şimdiden hazırlığı içinde olan bir siyasi önderliktir.

Aşağıda bunu kaçınılmaz olarak biraz uzunca anlatacağız. Bu uzunluk kaçınılmaz zira Sri Lanka bizde iyi tanınan bir ülke değil, Marksist solunun tarihi iyi bilinmiyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyiz ki, bugün seçimi kazanmış olan ittifakın en güçlü bileşeni ve cumhurbaşkanı AKD’nin partisi olan kısa adıyla JVP’nin tarihî gelişimi dünyada eşi az bulunan bir güzergâh sergiliyor. (Görüldüğü gibi, Dissanayake’nin adını AKD olarak kısalttık. Bu, Sri Lanka’da Dissanayake için yaygın olarak kullanılan bir şeymiş. Biz Sri Lanka’yı “uzun isimler ülkesi” olarak niteliyoruz. O yüzden ne zaman bir yöntem bulursak adı çok geçen önemli şahsiyetlerin adını daha başa çıkılır şekilde yazıyoruz.)

Syriza tipik bir vak’a idi: Sovyet yanlısı Stalinist partilere bir alternatif olarak sunulan Avro-komünizmin iflasının en çarpıcı örneğiydi belki, ama yine de birçok komünist partinin zaten geçtiği bir yolun bir örneğiydi sonuçta. JVP ise bütünüyle özel bir vak’adır. Başta, birazdan göreceğiz, bizim için çok tanıdık bir örgüt türüdür, sonra bütünüyle kendine özgü bir gelişme göstermiştir. Bu gelişmeyi bilmek dünya çapında proletarya mücadelesini izlemek isteyenler için bugün önemli bir sahne olan Sri Lanka’yı anlayabilmek açısından önemli. Elimizden geldiğince kısa tutacağız ama yine de ülkeye özgü bazı meseleleri konuşmak zorundayız. Bu ayrıntı düzeyine inmek istenmeyen okuyucuya bu noktadan yazının son bölümüne, “Ne Yapmalı?” alt başlığına sıçramasını tavsiye ederiz. Bir de tek paragraflık “Sonuç” bölümünü mutlaka okumalarını. Sri Lanka’nın kendine özgü tarihî gelişmesi içinde JVP’nin gelişme güzergâhını okurken canı sıkıldığı için yazıyı bırakıp gitmesindense okurun sonda bu zor durumda “Ne Yapmalı?” sorusuna aranan cevabı okuyup ayrılması çok daha verimli olacaktır. Marksist hareketin dünyanın çeşitli yerlerinde nelerle boğuşarak kurulabileceğinin bir örneğini görmek isteyenler için ise aşağıdaki birkaç sayfalık analizi okumaları özellikle önerilir.

Şunu ekleyelim: Genç Marksistler uluslararası hareketin tarihini bilmeden geleceğin Enternasyonal’ini kuramazlar. Kimse “Sri Lanka’dan bana ne?” demesin. Her ülke önemlidir, her ülke derslerle doludur demiyoruz, o zaten doğru. Sri Lanka çok önemlidir. Sri Lanka’nın en azından geçmişte çok güçlü bir sol hareketi olmuştur. Şimdi 2022 devriminden sonra, ne badireler atlatırsa atlatsın, bir geleceğinin olması da çok büyük olasılıktır.

Türkiye solcuları için ise Sri Lanka’nın çok özel bir anlamı olduğunu şimdi göreceğiz.

Sri Lanka Marksist hareketinin tarihinde JVP’nin yeri

Sri Lanka solunun tarihinin ilk büyük evresi, ülkenin henüz “Seylan” adını taşıyan bir İngiliz sömürgesi olduğu 1930’lu yıllardan bağımsızlığın elde edildiği 1948 sonrasında da devam ederek 1960’lı yılların ortasına kadar süren bir dönemdir. Bu dönemde ülkede dünyanın o sıralarda en güçlü devrimci Marksist partilerinden biri solda başı çekiyordu. Lanka Sama Samaja Party (LSSP - Sri Lanka Sosyalist Partisi) IV. Enternasyonal üyesi, Trotskist programa sahip bir parti idi. Bu partinin içinden çıkan Sri Lanka Komünist Partisi ise Sovyetler Birliği’nin uluslararası yönelişine tâbi bir parti idi. 1960’lı yıllarda Komünist Partisi’nin içinden Maocu eğilimde bir başka parti yavaş yavaş ortaya çıkmaktaydı. Bu evreye damgasını vuran Trotskist LSSP, 1960’lı yıllarda bazı bakımlardan kısmen solda bir program önermekte olan bir burjuva partisi ile sınıf işbirliğine yönelince bu evrenin sonuna gelindiği ortaya çıktı. Bu öyküyü 2022 devrimi üzerine yazdığımız yazılardan birinde etraflı olarak anlattık. Okurumuzun bu aşamada durup o yazıya dönmesini ve bu yazının gerisini o bilginin ışığında okumaya devam etmesini tavsiye ederiz.

İşte bu ilk evrenin sonunu getiren 1960’lı yıllarda Sri Lanka Türkiye’ye o dönemde başka hiçbir ülkede görülmedik düzeyde benzeyen bir gelişme yaşadı. Dönemin 1968 kabarışıyla iç içe olduğu hemen hatırlanmalı. 1965’te Sri Lanka solunda yeni bir örgüt kuruldu. Önderi Moskova’daki Patrice Lumumba Üniversitesi’nde tıp öğrencisi olan, Sinan Cemgil misali babası o ülkenin Sovyet yanlısı Komünist Partisi’nin üyesi olan (Sinan’ın durumunda anne de aynı partinin üyesiydi) Rohana Vijeveera idi. Sovyet yanlısı partinin çok reformist bir çizgi izlediğini düşünerek Çin yanlısı partiye geçince Moskova’ya dönemeyen Vijeveera çok kısa süre içinde Çin partisinden de koparak yeni bir örgüt kurdu. Örgütün (Janatha Vimukthi Peramuna - JVP) adının anlamı bile bize aşina gelecektir: Halk Kurtuluş Cephesi. Bu örgüt öğrencilerden ve kır yoksullarının gençlerinden oluşan bir kadroyla 1971’de bir isyana kalkıştı, 76 polis karakoluna birden baskın düzenledi, burjuva devletine epey bir baş ağrısı yarattı ama sonunda yenilgiye uğradı. Vijeveera, 20 yıla mahkûm oldu ama 1977’de bir afla serbest kalarak örgütün başına yeniden geçti.

İşte bugünkü önderi Aruna Kumara Dissayanake’yi cumhurbaşkanı seçtiren parti, bu örgütün devamıdır. Ama öyle dümdüz bir tarihî gelişme çizgisinin sonunda günümüze bir ölçüde değişmiş de olsa kalan bir örgüt değildir şimdiki JVP. Arada oldukça karanlık, bizim inceleyebildiğimiz kaynaklarda çok tartışmalı bir değişim/dönüşüm sürecinden geçmiştir. Vijeveera şayet 1971 isyanında devlet tarafından öldürülmüş olsaydı tarihe aynen Deniz gibi, Mahir gibi, İbo gibi geçecekti. Gerçi devlet tarafından öldürüldü ama 1989’da ikinci bir ayaklanma sırasında öldürüldü, Arada yaşanan siyasi değişim her şeye damgasını vurdu. Ve bugün Vijeveera bizim 1971 hareketi önderleri gibi solun ortak kahramanları arasında yer almıyor.

“Karanlık” ve “tartışmalı” terimlerini kullandık. Sri Lanka’nın son 40 yıllık tarihinin yaklaşık ilk 30 yılı, ülke tarihinde çok önemli bir yer tutan bir ulusal sorun dolayısıyla patlak vermiş olan dehşet verici bir savaş dolayısıyla kanla yazılmıştır. JVP’nin bu savaş içindeki yeridir “tartışmalı” ve “karanlık” olan. Sri Lanka’nın, yukarıda da kısaca sözü edilmiş olan bir azınlık halkı vardır: Tamil ulusal hareketi 1980’li yıllardan itibaren isyan etmiş, daha doğrusu isyan etmek zorunda bırakılmıştır. 1983 yılında “Kara Temmuz” olarak anılan bir haftalık bir süre boyunca Sinhal çoğunluğun gözü dönmüş kalabalıkları başkent Kolombo’dan başlayıp bütün ülkeye yayılan bir pogromda değişik tahminlere göre 3 bin ila 6 bin arasında Tamil’i katletmiştir. Bu olayla birlikte ülke tarihine Sinhal-Tamil İç Savaşı olarak geçecek olan kanlı dönem başlamıştır. Bu dönem çeşitli uğraklardan geçtikten sonra LTTE (Tamil İlam Kurtuluş Kaplanları) gerillaları ile Sri Lanka devleti arasında bir savaş halini alınca klasik bir ulusal kurtuluş savaşı karakterine bürünmüştür. Öyle anlaşılıyor ki, işin tartışma konusu olamayacak yanı, en geç Vijeveera 1989’da devlet tarafından öldürüldükten sonra bu ulusal kurtuluş savaşı döneminde JVP’nin şoven bir hâkim ulus partisi haline geldiğidir.

Ancak 1983 pogromu ile JVP’nin 1987-1989 arasında başlattığı silahlı mücadele ve bu mücadele içinde Vijeveera’nın 1989’da öldürülmesi arasında geçen yaklaşık altı yılda hem JVP’nin politikası konusunda hem de yaşanan ittifak ve karşıtlıklar konusunda son derece kafa karıştırıcı ayrıntılar vardır. Her şeyden önce, Sri Lanka devleti 1983 pogromunun baş faili kendisi iken, yani Sinhal halkını açıkça katliama kışkırtmış ve saldırıları fiilen desteklemişken bütün sorumluluğu üç sosyalist/komünist örgüte yıkmıştır: Sri Lanka Komünist Partisi, Nova Sama Samaja Lanka (NSSP) adlı bir Trotskist parti ve JVP’dir bu örgütler. Olay hemen hemen bütünüyle bizim 6-7 Eylül pogromunun Menderes hükümetince “komünist tertibi” olarak sunulmasına ve komünistlerin tutuklanması ve davalarda süründürülmesine benzemektedir. “Kara Temmuz” konusunda JVP’yi suçlayanlar muhtemelen sağcı bir hükümetin oyununun aracı olmaktadırlar.

Sinhal-Tamil İç Savaşı içinde yaşanan başka epizotlar JVP’nin o dönemdeki politikasının Tamil halkına ve onun isyanına karşı mücadeleye değil, iç savaşın durdurulması gerekçesiyle Sri Lanka ile Hindistan hükümetleri arasında 1987’de imzalanan anlaşmaya karşı mücadeleye bağlı olduğunu düşündürüyor. Tamil sorununun bir boyutu Sri Lanka yerlisi olan Tamillere ilaveten Hindistan’ın Tamil Nadu eyaletinden, refah düzeyi Hindistan’a göre biraz daha yüksek olan Sri Lanka’ya göç eden Tamil topraksız köylülerinden oluşuyor. 1980’li yıllarda Tamil Nadu eyaletinin nüfusu 50 milyondu. (O yıllarda Sri Lanka’nın toplam nüfusu 15 milyon dolayında idi.) Hindistan, anlaşma temelinde, hem bölgenin hâkim ülkesi olduğundan hem de bu özel nedenle Sri Lanka’nın iç işi gibi görünen bir meseleye karışmış oluyordu. JVP anti-emperyalist bir Marksist parti olarak bunu emperyalist karakterde bir müdahale olarak görüyordu. Olayın basitçe bir anti-Tamil tepki olmadığı, uluslar arasında eşitlik ilkesinin öne çıktığı söylenebilirdi.

İlk planda JVP’nin bu nedenle Tamil kurtuluşuna düşmanca bir tavır almasının mümkün olduğu açıktır. Ama o dönüm noktasında (daha sonra bütün Tamil örgütleri arasında öne çıkacak olan) LTTE de Hindistan müdahalesine karşıydı! Bunun nedeni, anlaşma temelinde bütün Tamil örgütlerinin silah bırakmasının ve silahların Hindistan tarafından toplanmasının öngörülmesiydi. Dikkat edilirse JVP ile LTTE her ikisi birden Hindistan-Sri Lanka anlaşmasına ve Hint müdahalesine karşıydı!

1983 pogromu dolayısıyla zan altında bırakılan JVP buna dayanılarak yeniden yasaklanacaktır. Vijeveera 1982 cumhurbaşkanı seçimine girmiş, yüzde 4 oy alarak iki büyük burjuva partisinin ardından üçüncü gelmişti. Dolayısıyla, seçim alanında solun önde gelen adayı olarak gelecekte o anda başta olan sağcı cumhurbaşkanına rakip olması ihtimali de vardı. Hükümet tam LTTE’ye karşı, daha doğrusu Tamil halkına karşı ağır bir savaş içine girmişken, kendisi de Tamil düşmanı olduğu söylenen, yani “müttefik” olarak görülmesi gereken bir partiyi kapatıyordu. Bundan daha öteye 1987’de hükümet bütün gücünü LTTE’yi ezmek için ülkenin (Tamillerin bölgesi olan) kuzey ve doğusuna yığmışken, JVP tarihindeki ikinci büyük askerî isyanı başlatıyordu! Burada Sinhal çoğunluğun hükümeti ile JVP arasında bir anti-Tamil cephe görmek gerçekten çok zordur.

Zaten JVP’nin 1987-1989 arasında giriştiği savaş tam anlamıyla bir “kirli savaş” olarak yaşanmıştır. Her tür angajman kuralının çiğnendiği, kimin neden katledildiğinin belli bile olmadığı, JVP’nin esas olarak hedefi olan sağcı iktidar partisinin dışında sol partilerin, sendikaların, diğer sol öğrenci derneklerinin yöneticilerini de hedef aldığı, arkasında on binlerce ölü bırakan bir savaştır bu. Buna karşılık, hükümetin de düzenli birliklerinin başa çıkamadığı bu çılgın çatışmaya cevaben birçok milis, paramiliter birlik, düzensiz askerî güç yığdığı, İngiliz ordusundan ve İsrail silahlı kuvvetleri IDF’den yardım aldığı bir başka “kirli savaş” söz konusudur. Bu yüzdendir ki bu askerî operasyonların amacını bile tam olarak yerleştirmek mümkün değildir. Uzaktan bakıldığında kolay kolay anlaşılamayan bu ayaklanma ancak Vijeveera ve yardımcısının, JVP’nin kullandığı yöntemlere benzer yöntemlerle ortadan kaldırılmasıyla (öykünün bir versiyonu iki liderin canlı canlı yakıldığını söyler) örgütün başı koparıldıktan sonra kontrol altına alınabilmiştir.

İşte bu yüzden çok “tartışmalı” ve karanlık” bir süreçten söz ediyoruz. Bize öyle geliyor ki, bu karmaşık tablodan şu sonuçlar çıkarılabilir:

  1. JVP bugün hâlâ Marx, Engels, Lenin’e referans yapmakla birlikte ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını yadsıyan anti-Leninist, sosyal şoven denebilecek bir politika izleyen bir partidir. Bu saptama Sri Lanka bağlamında kendi başına çok önemlidir.
  2. “Karanlık” olan yan, bunun ne zaman ve hangi diyalektik çelişkilerin ürünü olarak geliştiğidir. Parti ilk döneminde, yani 1980’li yıllar öncesinde, hem Sinhal, hem Tamil yoksullarına hitap etmektedir (başarısı esas olarak güneyde, Sinhal bölgesinde olsa da). Ama bu, Tamil savaşı keskinleştikçe tümüyle değişmiştir. Biz bunun partinin Vijeveera’nın ölümü sonrasında devrimci perspektiften uzaklaşarak parlamenter bir parti haline gelmesinin sonucu olduğunu düşünüyoruz. Genel yorum ise şovenizmin JVP’nin fıtratında var olduğu yolunda. Bunun 1980’li yıllarda, Vijeveera’nın ölümünden önce ortaya çıktığı iddia ediliyor.
  3. Son dönemde iktidar ihtimali doğduğu için partinin Tamil politikasında ciddi bir yumuşama görüldüğü ama bunun şimdilik Tamil halkından olumlu bir tepki almadığı söylenebilir. AKD’nin ülke çapında yüzde 42 olan oyu Tamil bölgelerinde yüzde 10’un altında kalmıştır. Bu oranın Tamillerden hemen hemen hiç oy almamak anlamını taşıdığı açıktır.

Parti Marksizmin bazı sembollerini hâlâ korumakta, Vijeveera’yı hâlâ tarihi önderi saymakta, dünya çapında birçok parti Leninizme sırtını dönmüşken Lenin’e hâlâ tarihî bir önder olarak sahip çıkmaya devam etmektedir (ama UKKTH’yi sandığa kaldırmış bulunmakta beis görmemektedir). Partinin merkez yayını Red Power (Kızıl İktidar) başlığını taşıyor. Yer verdiğimiz bazı fotoğraflarda partinin kendini nasıl devrimci bir parti olarak tanıtmaya yatkın olduğunu okur da görebilir.

Sri Lanka

Aragalaya’da sol

Üstelik seçim sadece seçim kampanyasında kazanılmamış gibi görünüyor. NNP ittifakının (Ulusal Halk İktidarı) en önde gelen iki sol partisi olan JVP ve Frontline Socialist Party (Cephe Hattı Sosyalist Partisi), elimizdeki (sosyalizme tamamen mesafeli duran) bir kaynağın aktardığına göre başından sonuna kadar “100 günlük” aragayala’nın (“mücadele”nin) içinde yer alıyorlar. Bu partilerin yanı sıra solcu öğrenci hareketinin birleşik örgütü olan ve Anthare adını taşıyan Üniversite Öğrencileri Federasyonu da çeşitli yürüyüş ve gösterilerde önemli bir rol oynuyor.

Hareket 2022 Nisan ayı başında bizdeki Taksim Gezi kampı ya da Tekel işçilerinin 2009-2010’da Ankara Sakarya’da kurduğu kamp gibi bir çadırkentin Gota Go Gama (“Gotabaya, evine dön” adıyla kurulmasıyla başlıyor. (Gotabaya, Rajapaksa hanedanının o anda cumhurbaşkanı olan, sonunda sarayı halk kitlelerince işgal edilen mensubudur.) 9 Mayıs’ta Gotabaya’nın kardeşi Başbakan Mahinda Rajapaksa’nın emrindeki birlikler kampa saldırdıklarında solcuların varlığı savunmada önemli bir rol oynuyor. 12 Mayıs’ta Gotabaya bir manevra yaparak kardeşi yerine bir başka politikacıyı başbakan yapınca modern küçük burjuva unsurlar bu yeni başbakandan umuda kapılarak kamptan çekiliyorlar. O aşamada aragalaya’ya ivme veren yine örgütlü sol oluyor.

Partiler çeşitli eylemler düzenlemede inisiyatif alıyor. Mesela başkent Kolombo’da yapılan tencere tava konseri eylemlerinde (“Mutfak Ağıtları” olarak anılıyor bunlar) doğrudan doğruya halkın beslenme sorunları öne çıkarılıyor. Üniversite Öğrencileri Federasyonu Gota Go Gama kampında yayınlanan bildiriler üzerinde ciddi etkiler yaratabiliyor zira direnişlerde öğrenciler kahramanca ön plana çıkıyor. Sadece büyük isyan sırasında değil son dönemde de JVP cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken kampanya faaliyetiyle yetinmiyor “50 günlük protesto” “100 günlük protesto” gibi adlar altında eylemler de düzenliyor.

Kısacası, bunlar her şey olup bittikten sonra seçim meydanlarında halkı kendilerine oy vermeye çağıran partiler değil, mücadelelerin içinde, bağrında yer alan siyasi hareketler. Şöyle diyelim: Evrim o yönde olsa da bir sosyal demokrat parti tipinden söz etmiyoruz. Reformist de olsa sosyalist partilerden söz ediyoruz.

Ne yapmalı?

Şimdi yeni cumhurbaşkanının ne yapıp ne yapmayacağı sorusuna geliyoruz. Burada lafı uzatmaya hiç gerek yok. AKD (a) derin bir ekonomik kriz içinde İMF’ye tutsak olmuş, (b) emperyalizme tâbi bir yoksul ülkenin (c) burjuva devletinin tepesine getirilmiştir. Mucizeler yaratması değil işçi ve emekçilere biraz da olsa iyi bir şeyler verebilmesi için bile emperyalizmle ve Sri Lanka burjuvazisiyle göğüs göğüse çarpışması, bunun için halkı seferber etmesi, seferber etmesi ne demek galeyana getirmesi gerekir. Onun dışında yaptığı, yapacağı her şey sembolik olacak, kapitalizmin ve emperyalizmin güçlerine teslimiyetle sonuçlanacaktır. Bunun somut olarak ne anlama geldiğini görelim.

Her şeyden önce aradan bir ayrıntıyı çıkaralım. AKD şu anda bizdeki “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” gibi son dönemde kabul edilmiş “yürütme gücüne sahip cumhurbaşkanlığı sistemi” (“executive presidency”) adıyla kurulmuş olan yeni sistemde epey yetkiye sahip olsa da birçok konuda adım atamaz çünkü 225 sandalyeli parlamentoda sadece 3 milletvekili vardır. (Bunun partinin/ittifakın son seçimlerdeki mucizevi oy patlamasından önceki durumunun sadık fotoğrafı olduğu hatırlanmalı.) Dolayısıyla, ilk yapılması gereken yasama meclisi seçimlerinin yenilenmesidir. Öyle anlaşılıyor ki “yürütme gücüne sahip cumhurbaşkanlığı sistemi” cumhurbaşkanına meclisi feshetme ve seçimleri yenileme yetkisi veriyor ki, şimdi genel seçime gidileceği açıklanmış bulunuyor.

Dolayısıyla, Ulusal Halk İktidarı ittifakının genel seçimlerdeki performansı önümüzdeki dönem herhangi bir bilek güreşi yaşanacaksa büyük önem taşıyacaktır.

Bir önceki seçimde yüzde 3 oy almış bir adaya halkın yüzde 42’si bu sefer neden oy vermiş, bir yüzde 16’sı daha onu “ikinci tercih” olarak işaretlemiştir? Tek bir nedenle: AKD halka İMF ile pazarlık ederek yoksulların ekonomik koşullarını düzelteceği sözünü vermiştir. Oysa İMF bu konularda son derecede katı bir tavır içindedir. Bu durumda AKD’nin halka verdiği sözleri tutması için yapabileceği tek şey İMF anlaşmasını yırtmak ve dış borcu ödemeyi reddetmektir. Aksi takdirde, kamu sektörünün özelleştirilmesine, kamu çalışanlarının sayısında zecri azaltmaya gitmeye yani işten çıkartmalara, kritik önem taşıyan kitle tüketim maddelerine (yakıta, temel gıda ürünlerine, yani pirince, mutfak yağlarına vb., ilaca ve diğerlerine) yapılan sübvansiyonların kaldırılmasına, eğitime, sağlığa, belediye hizmetlerine harcamaların düşürülmesine dayanan İMF programı, ne kadar kozmetik dokunuşla hafifletilmiş gösterilirse gösterilsin, resmî istatistiklerde bile halkın dörtte birinin şimdiden yoksulluk sınırının altına düşmüş olduğu bu toplumda halka hiçbir şey ifade etmeyecektir. Büyük bir kamulaştırma kampanyası ölçeğinde bir servet vergisi, Bahamalar, Man Adası, Delhi, Singapur, Tokyo finans sistemlerine yığılmış kaçak servete el konulması, Tamillere karşı savaşa yapılan askerî harcamaların ciddi ölçüde kısılması, hepsinden ötede dış borcun reddedilmesi tek çözümdür. Aksi, faiz dışı bütçe fazlasının arttırılarak (2023 programında yüzde 0,6 iken 2024’te yüzde 2,3 öngörülüyor) ülke halkının boğazından, sağlığından, çocuklarının eğitiminden kesilmesi, yoksul halkın bir beş-on yıl daha açlığa mahkûm edilmesidir. Ne kadar pazarlık yapılırsa yapılsın.

İkinci mesele emperyalizmdir. Biden hemen bir kutlama mesajı yayınlayarak “Sizinle Hint-Pasifik bölgesinde barış, güvenlik ve refahı ilerletmek için birlikte çalışmayı bekliyorum” demiştir. Daha önce başka yazılarda da izah ettik: ABD Hint Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu tek bir coğrafi-siyasi bölge ilan etti mi bunun anlamı, başta Hindistan olmak üzere, Hint alt kıtasının mümkün olan bütün ülkelerini Çin’e karşı hazırlanmakta olan savaşta yanına çekmek istiyor demektir. Sam Amca, Dissnayake’ye “I want you” demektedir.

Üçüncüsü, AKD seçilir seçilmez, başta Sri Lanka’nın TOBB’u CCC (Ceylon Chambers of Commerce) olmak üzere sermayenin bütün örgütleri bildiri yayınlayarak Dissnayale’yi kutlarken, CCC TÜSİAD gibi hükümete 10 maddelik bir de “muhtıra” vermiş bulunuyor. Taleplerin arasında en dikkat çekeni, İMF anlaşmasının “değişiklik yapılmaksızın” uygulanması. Sri Lanka büyük sermayesi testi kırılmadan Dissnayake’nin kulağını çekiyor.

Bu üç güce, somut olarak İMF’ye, ABD’ye ve Sri Lanka büyük sermayesine kafa tutmadan bugün Sri Lanka’nın tepesinde kim oturursa otursun, işçi sınıfı ve yoksul halk lehine en ufak bir kazanım elde edemez.

Biz 2022 devrimi esnasında yazdığımız yazıların üçüncüsünde devrimci Marksist bir bakış açısıyla Sri Lanka’da halkı ezdirmemek için nasıl bir ekonomik program izlenmesi gerektiğini ayrıntısıyla yazdık, yukarıda da İMF meselesini ele aldığımızda o programı özetledik. Bugün Sri Lanka’daki her devrimci Marksist örgüt aşağı yukarı buna benzer bir programı (elbette o ülkenin koşullarını somut olarak daha iyi bildiğinden sadece bu programın ruhunu) savunmak zorundadır. Tekrarlıyoruz, halkı ezdirmemek için.

Ama ne Ulusal Halk İktidarı ittifakı ne bu ittifakta bir araya gelmiş olan JVP, Frontline Socialist Party ya da diğer daha küçük sosyalist ve sol örgütler devrimci Marksist denecek bir siyasi güç olarak görülemeyeceğine göre, devrimci Marksistlerin karşısında bir de bu yeni iktidarın karşısında izlenmesi gereken politika sorununa yanıt vermek gibi bir mesele vardır. Okurumuz sorabilir: Bunun ne faydası vardır? Kimse sizi dinlemeyecek hatta duymayacak ki. Duymayacağından hiç emin olma okur. Bu satırların yazarı kimlerin hangi yazıda hangi fikirden esinlendiğini keşfettiğinde şaşkına döndüğü örnekler yaşadı hayatı boyunca. Dinlemek? Önce duyulmayı hedeflemeyen dinlenmeyi hak etmez ki. Kaldı ki, eğer devrimci Marksist enternasyonalistlersek başka halkların ve ülkelerin yaşadığı devrimci deneyimlerden öğrenmek gelecekte devrimin sorunlarına doğru yanıt vermek için elzemdir. Örnek verelim: 21. yüzyılda dünyada yaşanmış olan başarısız devrim atılımlarından bir şey öğrenmemiş olan devrimciler yarın Türkiye’de devrim patlak verdiğinde ya da, daha ileri gidelim, bir devrimci Enternasyonal kurulmuş ise başka ülkelerde tarih sahnesine çıkacak devrimlerde acemi çaylaklar olarak kalacaklardır. Yalnızca Ekim devriminden Küba devrimine kadar 20. yüzyıl devrimlerinin deneyimine yaslanmayı yeterli sayan tarihin hep tekerrür ettiğini varsaymak zorundadır. Onları en ince ayrıntısına kadar incelemek her Marksistin asli görevidir elbette. Ama bu görevle yetinmek değildir benimsenecek tutum. 21. yüzyıl zihniyeti, psikolojisi, sınıf yapısı, teknolojisi, ideolojisi vb. hesaba katılmaksızın 21. yüzyıl devrimi yönetilemez.

Devrimci Marksistlerin başka ülkelerin devrimci deneyimlerine ilişkin önerileri bizce çoğu zaman “hariçten gazel” olduğu için değil ezbere ve soyut olduğu için yanlıştır. Her devrimde, hatta (mesela bugün Fransa’da olduğu gibi) hassas siyasi konjonktürlerde veya bütün dünyada faşizmin yükselişine karşı yapılan öneriler bazı siyasi odaklar için hep aynı kalır. Şimdi Sri Lanka için “işçiler ve köylüler sovyetler kurmalı” türü önerilerin işçilere ve köylülere ya da daha doğrusu onların örgütlerine, önderlerine ve sosyalist aydınlara yol gösteren hemen hemen hiçbir yanı yoktur. Lenin’in “somut durumun somut analizi” ilkesi devrimci Marksist eğilimde, daha ötede Trotskist hareketlerin çoğunda gündem dışına düşmüş görünmektedir.

Biz bir ittifak olan Ulusal Halk İktidarı’nın (NPP) içinde devrimci Marksist bir yaklaşımla birlikte çalışılabilecek küçük de olsa hareketler olup olmadığını bilmediğimiz için ittifakın içinde mi, kıyısında mı, karşısında mı yer almak gerektiğine bu aşamada karar veremiyoruz. Bu sorun açısından bakıldığında Şili devrimci deneyiminde (1970-1973) MIR ve önderi Miguel Enríquez’in taktik hattının incelenmesinin önemli olduğu kanaatindeyiz. Yani bugün Sri Lanka’da belirli bir gücü olsa da halkın hatırı sayılır bir bölümünü harekete geçirebilecek durumda olmayan ölçekte bir örgütsel yapıya sahip olan devrimci Marksistlerin ister içeriden ister dışarıdan NPP yönetimine şimdiki doğrultusundan bütünüyle kopmadıkça destek vermeden yine de NPP’nin tabanını oluşturan kitle üzerinde çalışması gerektiğini düşünüyoruz.

Bu uzaklıktan ve sınırlı bilgiyle somut talepler öne sürmenin zorluğunu kabul etmekle birlikte metod üzerine bir dizi şey söylenebileceği kanısındayız. Bizce NPP’nin ve AKD’nin somut bir dizi öneriyle sıkıştırılması gerekir. Burada en belirleyici meselenin, bir bakıma yol ayrımının, İMF programının iptal edilmesinin halkın desteğini almasını sağlamak için hükümetin bir referandum düzenlemesi olduğu kanısındayız. Eğer bu fikir halk nezdinde ve dar anlamda NPP tabanında uygun ve somut yöntemlerle savunulursa ve halka İMF’nin ülkeye kendisini krizin günah keçisi haline getirmek üzere geldiği anlatılabilirse bu devasa bir yöneliş ve psikoloji değişimi getirecektir. Aydınların, sendikacıların, sosyalistlerin vb. “İMF programının anlamı zaten biliniyor” tutumu, halk kitlelerinin bilinç oluşumunu ve psikolojisini bütünüyle görmezden gelen bir tutumdur. Henüz bilinçlenmemiş, kasıtlı olarak karanlıkta tutulmuş, büyük ölçüde kırsal kökenli bir halk, bizlere çocuk oyuncağı gibi görünen politik gerçekleri bile başka türlü görecek, mesela İMF’yi “bize destek olmak üzere kredi veren bir yardım kurumu” olarak sunacak olanlara inanabilecektir. Bu halka bugünden “sovyetler kurun, bana katılın” demek, halkla sağırlar diyaloguna girmek demektir. Bilinç, ancak olduğu yerden alınarak ileri taşınır. Yarın halk yaygın eylemlere girdiğinde elbette komitelerin, şûraların, sovyetlerin propagandasının vakti gelecektir.

Referandum talebi bu bakımdan hayati görünmektedir. Dikkat edilecek olursa bu talep iki ihtiyaca aynı anda cevap verebilecek bir özellik taşıyor: bir yandan halk kitlelerini İMF’nin çözüm değil sorunun bugünkü hali olduğuna ikna etme olanağını yaratıyor; bir yandan da NPP’nin doğrultusunun değişmesini zorlamak bakımından bir ortam yaratıyor.

Burada akla gelecek bir soru, “ya referandum İMF’ye devam sonucunu verirse?” olabilir. İMF programını yırtmanın alternatif bir yöntemi bugünkü somut koşullarda mevcut olsaydı, mesela halk arasında ciddi prestiji olan bir önderlik başa geçmiş ve bunu kendisi gerekli görüyor olsaydı, referandum İMF lehine sonuç verebileceği için çok yanlış bir adım olabilirdi. Oysa bu durumda devrimci Marksistler sadece halkı değil, İMF’den kopuşu sağlayabilecek önderliği de yola getirmek için bir talep öne sürmek zorundalar. İMF ile kopuş reddedilse bile referandum bu somut durumda kitlelerin ve NPP tabanının bilincini ileri taşıyacak bir etki bırakarak bizi yine de ileri taşıyacaktır.

Sri Lanka sosyalist hareketinin bir tarihî özelliği, sendikaların siyasi partilere bağımlı biçimde, onların yönetimi altında gelişmiş olmasıdır. Bu sayede sosyalist partiler sendikalarla ilişkilerinden başka ülkelerde görülebilecek olana göre orantısız bir güç elde edebilmektedir. Bu yüzden sendikalaşmanın gelişkin olduğu bir ülkeyle karşı karşıyayız. Derhal “sovyetler kurma” talebini mücadelenin daha ileri bir evresine bırakarak değişik siyasi hareketlere bağlı olarak çalışan sendikaların bir mücadele cephesi, bir birleşik işçi cephesi kurma yolunda ciddi bir çabanın gösterilmesi sınıf güçleri arasındaki dengeyi nesnel olarak değiştirmenin bir yöntemi olarak önemli bir rol oynayabilir. Ülke politikasında ve maalesef halk kitlelerinin bilincinde çok ciddi bir bölücü etki yaratan Sinhal-Tamil kutuplaşmasının aşılması yönünde, her ikisi de sefil hayat koşullarında yaşamakta olan bu iki halkı birbirine yaklaştırmak bakımından sendikaların siyasi partilerin ilk elde beceremeyeceği adımlar atabileceğini düşünmek de mümkündür.

Daha genel olarak şunu söylemek gerekir: NPP’nin Tamil sorununda tutumunu yumuşatmanın ötesine geçerek bu halk üzerinde 2009’da uygulanan katliamın, kimilerine göre soykırımın, tarihsel bir yanlış olduğunu ve halkın güçlerini onulmaz bir şekilde böldüğünü kabul ederek bu konuda bambaşka bir yola girmesi yolunda baskı altına alınması gerekir. Devrimci İşçi Partisi, Sri Lanka’da yaşanan Tamil katliamını geçmişte de Roboskî ya da Paris saldırıları vesilesiyle “Sri Lanka çözümü” benzetmesiyle gündeme getirmiştir. 2022 devrimi vesilesiyle yazdığımız yazılarda bu konuya özel olarak dikkatle eğildiğimiz için burada daha fazla ayrıntıya girmiyoruz.

Bizce daha baştan öne çıkarılması gereken bir başka yöntem bu derin kriz içinde burjuvazinin yaşam koşulları ile emekçi halkın ve yoksulların koşullarının nasıl farklılaştığını sistematik ve belgesel tarzda teşhir etmektir. Bir toplumda böyle koşullar doğduğunda yoksul halk kitleleri üst sınıfların da ciddi zorluklar yaşadığı zannına kapılabilir. Halka halkın ne kadar sıkıntı çektiğini anlatmak bilincin yayılmasını sağlamak açısından biraz işe yarasa da aslında ona zaten bildiği bir şeyii tekrarlamaktır. Çok daha etkili olacak yöntem üst sınıfların toplumun yoksulluktan kavrulduğu böyle bir dönemde bile ne kadar lüks bir yaşam sürdürdüğünü ortaya koymaktır. Bu alanda sistematik çalışma halkın bilincini geliştirmek ve sınıf kavgasını kışkırtmak bakımından somut sonuçlar da verecektir. Bütün sendikalar, ilerici meslek örgütleri, burjuvaziye doğrudan hizmet eden proleter kesimlerin örgüt ve ağları somut bilgi toplayarak bunları merkezîleştirmek ve yaymak için kanallar haline getirilmelidir. “Aynı teknedeyiz” düşüncesini halk kitlelerinin bilincinde yıkmak yolun başlangıcıdır.

Referandum hariç, kesin ve keskin şeyler söylemediğimizin farkındayız. Ama doğrultu bellidir: NPP’nin siyasi doğrultusunun NPP tabanını yabancılaştırmaksızın topa tutulması; NPP’nin radikal bir doğrultu değişikliğini kabul etmesi ve kitlenin bilinçlendirilmesi için İMF anlaşmasının referanduma sunulması kampanyası; Sri Lanka proletaryasının tarihî bir özgüllüğü olarak yüksek sendikalaşma bilincinin mücadele cephesine güç kazandırmak için bir birleşik işçi cephesi taktiği temelinde öne çıkarılması; Sinhal-Tamil bölünmesinin yaralarının sarılması için hâkim ulus solunun ve en başta NPP’nin özeleştirel bir tutuma zorlanması, iki halkın örgütlü olduğu sendikaların bir yakınlaşma kanalı olarak iş görmesi için çaba; “aynı teknedeyiz” ideolojisinin parçalanması için sistematik çalışma.

Bunların pek azı doğrudan hedefi vurabilecek nitelikte olabilir ama tamamını tanımlayan ruh bizce “haydi sovyetler kurun ve bize katılın” yaklaşımına göre çok daha devrimcidir, çünkü somuttur.

Sonuç

Okurlarımızdan bazıları hâlâ “Anadolu yarımadasından Sri Lanka adasına bu öneriler de ne oluyor?” ruh durumunda olabilir. Onlara Lenin’i (ve ikna oluyorlarsa Trotskiy’i) okurken biraz daha dikkatli olmalarını tavsiye edelim. Lenin Moskova’dan Endonezya, Türkistan ve bütün Asya ülkelerinin komünistlerine köylü sovyetleri kurma ön hazırlıkları için tavsiyede bulunuyordu. Trotskiy Meksika’dan Çin komünistlerine Japonya’nın emperyalist saldırısına karşı durmak için Çan Kay Şek’in ordusunda bile savaşmanın doğru olabileceğini anlatıyordu. Siz onların “bir tek ben yaparım, gerisi işine baksın” diyecek kıratta insanlar olduğunu mu sanıyorsunuz? Başka komünistlerin sus pus olması için mi konuşuyorlar? Onları o kadar mı küçümsüyorsunuz?

Hayır, onlar komünisttiler, yani enternasyonalisttiler, dolayısıyla sadece “Fırat’ın kıyısında kaybolan koyunun” değil, Çin ve Maçin’de verilecek her savaşın gerçek komünistlerden sorulacağını biliyorlardı.