Bir hukuk katliamı olarak ÇHD’li avukatlar davası
12 Eylül 2017 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca haklarında verilen yakalama kararı üzerine, Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi 17 avukat gözaltına alındı. Her gün adliyelere, karakollara girip çıkan, yeri yurdu belli olan avukatlar hakkında kanuni koşullar oluşmadan verilen bu yakalama kararı bir dizi hukuksuzluğun ilk adımı oldu. Avukatlar 9 gün süren gözaltının ardından tutuklanarak yaşadıkları şehirlerden farklı yerlerde bulunan hapishanelere gönderildi. Gerek gözaltında gerek hapishanelerde kötü muamele ve işkenceye maruz kaldılar.
Önce tahliye, sonra yine tutuklama
Tutukluluk süreleri boyunca savcılığa, mahkemeye çıkabilmek için defalarca dilekçe göndermelerine rağmen ilk duruşma tam bir yılın sonunda görüldü. 5 gün boyunca süren duruşma sonucunda dosyadaki delil durumu, suç vasfının değişmesi ihtimali, sanıkların avukat olması, tutukluluk sürelerinin uzunluğu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının göz önüne alınması gerekçeleriyle mahkeme heyeti oybirliğiyle tutuklu avukatların tahliyesine karar verdi. Gece saatlerinde savcı bu tahliye kararına itiraz etti. Henüz aradan 24 saat dahi geçmemişken aynı mahkeme heyeti bu itirazı kabul ederek avukatların yeniden tutuklanmasına karar verdi. Bu gelişmelerden sonra dosyada görevli mahkeme heyeti değiştirildi. 24 saat içinde aynı heyet tarafından tekrar tutuklama kararı verilmesi, ardından heyetin dağıtılması, verilen kararın hukuki değil siyasi nitelikte olduğunu, yargının bağımsız bir karar veremediğini açıkça ortaya koymaktadır.
Yeni heyetin başkanı her yerde!
Devam eden süreçte dosyaya atanan yeni heyetin başkanının herhangi biri olmadığı anlaşıldı. Öyle ki soruşturma aşamasında avukatların tutuklanmasına karar veren de tanıkların gizli tanıklık kapsamında dinlenmesine karar veren de aynı hakim! Bu hakim soruşturma aşamasında Sulh Ceza Hakimliğinde görevliyken ne hikmettir ki bir seneden az bir süre içerisinde Ağır Ceza Mahkemesi başkanı olmuştur. Bir hakimin bu kadar kısa süre içerisinde böylesine terfi alması olağan değildir.
Başından bu yana yargılamada birçok hukuksuzlukla karşı karşıya gelineceği tahmin edilebilir bir durumdu. Ancak mahkemece hukuk öylesine hiçe sayıldı ki artık bir yargılamadan söz etmek mümkün değil. Dosyada dayanılan tek delil mahkeme başkanının yönlendirmesiyle verilen, gerçeği yansıtmadığı her kelimesinden belli olan, çelişkilerle dolu gizli tanık ifadeleridir. Buna rağmen mahkeme delil bile olamayacak gizli tanık ifadelerini duruşmaların hiçbir aşamasında tartıştırmamış, doğruluğunu değerlendirmemiştir. Biz mahkeme heyeti diyoruz ama ortada fiili olarak bir heyet de hiç olmamış, tüm kararları üyelerle müzakere etmeksizin mahkeme başkanı vermiştir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, ilk duruşma sonrasında mahkeme kendi verdiği ara kararları hiçe saymıştır. Henüz tutuklu avukatların ve onların vekillerinin talepleri bitmemişken, bir önceki duruşmada bu taleplerin alınacağı karara bağlanmışken mahkeme tam üç kez savcıdan mütalaa istemiştir. Buna direnen savcı değiştirilmiştir! Yeni gelen savcı tarafından ise mahkemenin istediği şekilde mütalaa verilmiştir.
Heyet reddedilmesini kendi reddetti!
Tüm bunların yanı sıra mahkeme başkanının düşmanca tavırları, üye hakimlerin bunu onaylar suskunlukları nedeniyle tutuklu avukatlar mahkeme heyetini reddetmiştir. Ancak heyet jet hızıyla karar vermeye öylesine kilitlenmiştir ki bu talebi reddettikten sonra sanık avukatları tarafından yapılan itirazı görmezden gelmiş, dosyayı bir üst mahkemeye göndermeyerek bir skandala daha imza atmıştır. Bununla da yetinmeyen mahkeme heyeti, tutuklu avukatlar ve vekilleri salonda yokken, sanıklara 18 yıl 9 ay ile 3 yıl 1 ay arasında değişen cezalar vermiştir. Bu son nokta olmuştur. Ne Türkiye’de ne de dünyanın herhangi bir yerinde avukatların ya da sanıkların olmadığı bir duruşmada karar açıklandığı görülmüştür. Yalnızca 3 grup duruşmada, bunca hukuksuzluk sonucu açıklanan bu karar yargının ne tarafsız ne de bağımsız olduğunu tescil eder niteliktedir.
Bu davanın amacı nedir?
Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) 1974 yılında kurulmuş, 45 yıllık bir dernektir. Tüzüğünde amacı; “Hukukun, insanlığın binlerce yıllık tarihsel kazanımlar ışığında geliştirilmesi, insanın özgürleşmesi ve demokratiklik temeline dayalı, toplum bilinci ile güvence altına alınmış bir hukuk sisteminin kurulması, başta yaşam hakkı olmak üzere temel haklara ve insanlık onuruna yönelik her türlü saldırının önlenmesi için çalışma yapmak” olarak ifade edilmiştir. Bu amaç doğrultusunda ÇHD’li avukatlar bulundukları her yerde, ezenlere karşı ezilenlerin, sömürenlere karşı sömürülenlerin, ötekileştirenlere karşı ötekilerin yanında durmuştur. Soma’da, 10 Ekim’de yakınlarını kaybedenlerin, emeğinin karşılığını alamayan işçilerin avukatlığını yapmışlardır.
Bu nedenle her dönem iktidarların hedefi olmuş, Olağanüstü Hâl ilan edildikten sonra da siyasi iktidar tarafından 22 Kasım 2016’da çıkarılan kanun hükmünde kararname ile kapatılmıştır. Ancak derneğin kapatılması üye avukatların örgütlü mücadelesine engel olamamış, avukatlar bu büyük baskı döneminde ezilenlerin hukukunu savunmaya kararlı bir şekilde devam etmişlerdir. Bu saldırılarla sonuç alamayan iktidar çareyi bu kez avukatlara davalar açmakta bulmuştur. Bu da göstermektedir ki ÇHD’li avukatlar davası devrimci avukatlara yönelik bir gözdağı verme operasyonudur, bu yanıyla da siyasidir.
Dönemin hukuku
Türkiye’de hukuk sistemi her dönem sermayenin çıkarları temelinde şekillenmiş, siyasi iktidarlar tarafından uygulanan baskı politikalarının yürütülmesinde bir enstrüman işlevi görmüştür. OHAL dönemi ile birlikte de yürütme, yasama ve yargı tek elde toplanmıştır. Bu dönemde meclis saf dışı bırakılmış, yasama faaliyeti Bakanlar Kurulu eliyle yapılmıştır. 24 Haziran seçimlerinin ardından ise olağanüstü hâlin yalnızca adı gitmiş, kuralları olağanlaşmıştır. Öyle ki geçici olması gereken kanun hükmünde kararnameler kanun haline gelmiştir. Adına Cumhurbaşkanlığı sistemi denen bu rejim istibdad, yani baskı rejimidir.
İstibdad rejimi ile yargı yürütmenin sultası altına girmiştir. Artık mahkemelerde burjuva hukukunun en temel kuralları dahi uygulanmamaktadır. Gelinen aşamada artık hukuk yoktur, olan şey hâkim sınıfların sorgulanamaz, değiştirilemez, baskıcı kurallarıdır. Bunun anlamı şudur: Grev yasaklarını patron isteyecek, patron yanlısı iktidar yasaklayacak, bu yasağı onların mahkemeleri onaylayacak. Patronlar işçinin emeğini sömürecek, parasını vermeyecek, yine patronların mahkemeleri bunu onaylayacak. Demokratik hakları için mücadele edenler terörist ilan edilecek, mevcut hukuk sistemi bunu onaylayacaktır.
Ne düzen siyasetçileri ne düzenle bütünleşmiş yargı, hürriyeti ve adaleti getirecek. Hürriyet ve adalet emekçinin eliyle gelecek. İşçiler, emekçiler, kadınlar, gençler hep birlikte güçlerimizi birleştirelim, haklarımıza sahip çıkalım ve haykıralım: “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet!”