Hakkını almak isteyen her işçi Kavel grevini öğrenmeli

Hakkını almak isteyen her işçi Kavel grevini öğrenmeli

İşçi sınıfının bugün sahip olduğu ne hak varsa onun arkasında hep bir mücadele yatıyor. Bugün de öyle, sadece bir hak kazanmak için değil, mevcut haklarını kullanabilmek için bile işçi sınıfı mücadele etmek zorunda. Sendikalaşmak, toplu iş sözleşmesi anayasada, yasada yazan bir hak. Ama toplu sözleşme yapmak için sadece sendikaya üye olmak, sendikanın o fabrikada, işyerinde yetkiyi alması yetmiyor. Yasaları uygulatmak için işçilerin ayrıca mücadele etmesi gerekiyor. Grev hakkı da yasalarda yazıyor. Ama bugün grev hakkını da işçiler grev yaparak savunmak zorunda. Tıpkı grev hakkını yasalara grev yaparak yazdıran, gelecek sene 60. yıldönümünü yaşayacağımız Kavel grevindeki işçilerin yaptığı gibi. İşte bu nedenle ne zaman işçi sınıfı patronlarla bir hesaplaşmaya girişse “Her fabrika Kavel olmalı” diyoruz. Kavel fabrikasında yaşanan mücadeleye bir yol gösterici olarak işaret ediyoruz. İşkolu ne olursa olsun, hangi sendikaya üye olursa olsun, patrona karşı hakkını savunmak isteyen işçiler Kavel grevini, o grevin Türkiye işçi sınıfı için ne anlama geldiğini öğrenmeli.

1954 yılında kurulan Kavel fabrikasında Kemal Türkler’in başkanlığını yaptığı Türkiye Maden-İş sendikası örgütlü idi. Sendika ve patron arasındaki ilişki ciddi bir çatışma yaşanmadan devam ediyordu. Ta ki Amerika’dan ithal yeni bir genel müdür göreve gelip de fabrikanın sahibi Koç’un gözüne girmek için sendika düşmanlığı yapmaya, işçilerin ikramiyelerini kaldırma gibi girişimlerle haklarına saldırmaya başlayana kadar! İşçilerin yıllardır aldıkları ikramiyelerin ödenmemesi, üstüne bir de bazı sendika temsilcilerinin sendikadan istifaya zorlanması ve istifa etmedikleri için işten atılması Kavel’de bardağı taşıran son damla oldu. İşçilerin önce iş yavaşlatma ile başlattıkları mücadele Kavel’i tarihe “kanunsuz” grev olarak geçirecek bir seyir izledi.

Kavel’de işçiler, her türlü yöntemi denedikleri halde işten atılan işçilerin geri alınmasını, kazanılmış hakları olan ikramiyelerinin ödenmesini sağlayamadıkları için grev silahını kullanmaya karar verdiler. O sırada grev yapmak, anayasada tanınmış bir hak olsa da ortada bir grev yasası yoktu. Grev yasası meclisteydi ama bir türlü çıkartılmıyordu. Kavel işçileri o sırada yasalara değil, kazanmak için ne yapmaları gerektiğine baktılar ve öyle karar verdiler. Maden-İş sendikasının işçilerle grev oylaması öncesinde yaptığı toplantıda yaşanan bazı diyaloglar, hem Kavel işçilerinin mücadeleyi nasıl gördüğünü hem de Türkiye sınıf mücadelesinin gelişimi açısından sonradan yapacağı etkiyi baştan ortaya koyuyor. Toplantıda bu grevin sonunda hapse atılma ihtimalinin varlığından söz ederek tüm riskleri işçilere anlatan Kemal Türkler’in ardından söz alan bir işçi soruyor: “Sadece ikramiye için bu kadar risk almaya değer mi?”. Sorunun cevabı işçiye, kendisi de Kavel’de çalışan ağabeyinden geliyor: “Sadece ikramiye için grev yapmayacağız. Türkiye işçi sınıfının önünü açmak için grev yapacağız. Yasa mecliste. Fakat bir türlü çıkmıyor. Yasanın çıkması için belli insanların bir şey yapması lazım, onu da biz yapacağız. Sen var mısın, yok musun onu söyle?” Cevap elbette “Varım!”

Böylece 28 Ocak 1963 günü Maden-İş üyesi 220 işçiyle birlikte başlayan grev 36 gün sürdü. Bütün İstinye, grevle dayanışma için seferber oldu. İstanbul’un çeşitli bölgelerinde işçiler, özellikle de Koç’un fabrikalarında çalışan işçiler, Kavel grevi ile dayanışma için sakal bırakma gibi değişik eylemler gerçekleştirdiler. Tek bir fabrikadan bile yüzlerce işçi grevi ziyarete geliyordu. Döndüklerinde kendi patronları bir daha ziyaret etmelerini yasakladığında ertesi gün daha da kalabalık ziyaretler düzenliyorlardı. Fabrikadan mal çıkışlarını engellemek için çevre fabrikalardan işçiler, kadın erkek genç yaşlı mahalleli hep birlikte kamyonların önüne etten duvar örüyorlardı. Ve Kavel grevi 36 günün sonunda kazanımla sonuçlandı.

Kavel işçileri “Bu yaptığımız yasal mı?” diye yola çıkmış olsaydı eğer, ne ödenmemiş ikramiyelerinin ödenmesini ne de işten atılan arkadaşlarının işe geri alınmasını sağlayabilirdi.  Ama Kavel işçileri sahip oldukları haklara patron, fabrika yönetimi saldırdığında, “Haklarımızı savunmak için haklı olan, meşru olan, yapmamız gereken ne?” diye sorarak yola çıktı, üretimden gelen gücünü kullandı ve nihayetinde “yasadışı” gibi görünen bir mücadele ile yasayı da yazdırdı. O kadar ki, yasaya Kavel maddesi olarak anılan ve yasanın mecliste olduğu sırada grev yapan işçilerle ilgili açılan davaların düşmesini sağlayan bir madde bile ekletti. Sadece kendisi kazanmadı, işçi sınıfının, gelecek kuşakların da yolunu açtı. Kavel grevinin anlamı budur. “Hak verilmez alınır” şiarının tescilidir.

Bugün metal işçileri her sözleşme döneminde grev yasaklarıyla tehdit ediliyor. Oysa grev hakkı artık hem Anayasa’da hem de yasada var. Üstelik grev yasağına “hak ihlali” diyen Anayasa Mahkemesi kararı da elimizde duruyor. Ancak kullanılmayan hak, hak değildir.  Patronlar ve devlet kendi çıkarları için işçilere, emekçilere hakkını vermediğinde almanın yolu Kavel’in yolundan gitmektir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2022 tarihli 148. sayısında yayınlanmıştır.