Liberalizmin özgürlük masalı
Liberal düşüncenin en temel sorunu, hem insanın kendisini hem de insan hak ve özgürlüklerini bütünüyle soyut bir kategori olarak ele almasından başka bir şey değildir. Bunu anlamak için sadece insan haklarına ilişkin belgelere bakmak yeterlidir.
Neredeyse bütün “insan hakları” bildirgeleri daha ilk maddelerinde genel ve soyut insan eşitliğine ve özgürlüğüne vurgu yapar: “Tüm insanlar eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar” (Virginia İnsan Hakları Bildirgesi); “İnsanlar hukuk açısından eşit ve özgür doğarlar, eşit ve özgür yaşarlar” (Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi); “Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar” (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi). Ne var ki bu tür bir bakış fazlasıyla sorunludur. Zira nasıl ki gerçekte hayvan diye özel bir tür olmayıp, hayvan kavramı, hiçbiri kendisinin hayvan olduğunun bilincinde olmayan ve asla hayvanlık bilincine ulaşamayacak olan farklı türden hayvanların tümü hakkında kendi dışlarından ve üstlerinden yapılmış bir soyutlamanın ürünüdür, insan kavramı da buna benzer bir kavram, gerçeklik düzeyinde, yani toplumsal yaşamda ve toplumsal ilişkilerde karşılığı bulunmayan soyut içerikli bir kavram durumuna düşmüş olmaktadır. Elbette ki bu arada özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlar da bu soyutluk kategorisinde tanımlanır.
Dolayısıyla insan sadece soyut olarak kavrandığı zaman, yaşayan, gerçek insan bu soyut insanın lehine ortadan kaybolur, yok olur gider. Ne var ki insan, soyut olarak ne köledir ne de köle sahibi, ne serftir ne aristokrat, ne işçidir ne de burjuva, ne de herhangi bir şey. Zira ancak toplumsal yaşam içerisinde ve içine girmiş olduğu toplumsal ilişkilerde köle ya da köle sahibi, işçi ya da burjuva, ya da işte maddi toplumsal ilişkiler neyi gerektiriyorsa onu olur. Bu nedenle özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlar da bu somut, gerçek insan veri alındığında işe yarayan kavramlar olabilirler. Bu anlamda “bütün insanlar özgürdür”, “herkes eşittir” demek, eğer toplumsal yaşamda ve toplumsal ilişkilerde bir karşılığı yoksa anlamsız bir önerme olmaktan bir adım öteye gidemez. Tam da bu noktada liberallerin özgürlük tanımının da nasıl bir masaldan ibaret olduğu ortaya çıkar: Özgürlük soyut olarak tanımlanmıştır, bu nedenle de bu tanım insanın somut ihtiyaçlarına, yaşamına, toplumsal ilişkilerine vb. denk düşmez, hatta zaman zaman çeliştiği bile olur. Dolayısıyla, örneğin mülkiyet ilişkileriyle sınıfsal bir ayrıma tabi tutulmuş bir toplumda “herkes eşittir” demek, sadece bir çelişki değil, aynı zamanda bilinçli bir biçimde insanları kandırmaktan başka bir şey değildir.
Ne var ki insanın ve buna bağlı olarak özgürlük ve eşitlik gibi kavramların bütünüyle soyut olarak ele alınması başka bir takım sorunları da beraberinde getirir. Birincisi, bu durumda her türlü düşünce/davranış/gelenek/görenek vb. aynı zamanda bir özgürlük olarak sunulabilecektir. Her şey özgürlük adına meşrulaştırılır, herşey mübahtır, ama buna insanlık ve bilim dışı olabilecek her türlü kültür/kimlik/düşünce vb. de mecburen dahil edilecektir. Diğer taraftan ikinci ve daha önemli başka bir sorun, toplumsal yaşam ve toplumsal ilişkiler bütünüyle göz ardı edildiğinden, bir yerde “özgürlük” olabilecek bir şeyin başka bir yerde bir “baskı aracı” olarak karşımıza çıkabileceğinin göz ardı edilmesinden başka bir şey değildir. Yani toplumsal yaşam ve ilişkiler göz önüne alındığında diyelim X ülkesinde ya da X üniversitesinde özgürlük olarak tanımlanabilecek herhangi bir durum Y ülkesinde ya da Y üniversitesinde bir baskı aracına dönüşebilir. Bugün sürekli bahsedilen başörtüsü meselesini ya da başka türden tartışmaları bu çerçevede değerlendirmezsek liberallerin düştüğü hataya düşmek kaçınılmaz olacaktır. O zaman, bir sonraki yazımızın konusu da başörtüsü olsun.